27 Aralık 2011 Salı

Yıl bitiyor.

2011 bitiyor. 


Düne kadar pek farkına varmamıştım. 


Bu hafta içinde 2 yazı 2 de sunum yapmam gerek. 1 yazı yazıldı, geriye hala bir şeyler var. Yorgunum. 
En sevdiğime patlıyorum. Üzülüyorum. Geçince bir şey kalmayacak ama. 


Siz farkında mısınız? Yıl bitiyor!

26 Aralık 2011 Pazartesi

19. mini anket sonuçlandı!

Bir anket daha bitti. E zaten yıl da bitiyor. Az kaldı. Gelelim son anketimize. Katılım yüne epey yüksekti bence, herkese çok teşekkürler öncelikle. Bu arada ben artık yaratıcı anket soruları üretemiyorum galiba. Yorum olarak sizin aklınıza gelen bir şey olursa yazarsanız çok sevinirim (:


Anket sorumuz şöyleydi: 2011'de istediğiniz/hedeflediğiniz kadar çok kitap okuyabildiniz mi? 
71 kişi cevap vermiş! 
13 kişi evet
58 kişi de hayır demiş !!!


Biliyorum. Bu soruyla kanayan bir yaraya parmak bastım, kiminizin de yarasını deştim, hatta o yaralara tuz bile basmış olabilirim. Ama kabul edelim. Hiçbir zaman istediğimiz kadar çok kitap okuyamayacağız, istediğimiz kadar spor yapamayacağız, uyku saatlerimiz hiçbir zaman çok da düzenli olmayacak, dişlerimizi fırçalamadan, makyajımızı silmeden uyuduğumuz geceler olacak. Önce buna bir netlik getirmek isterim. Burada biz bizeyiz. Ne birbirimizi kandıralım, ne de rol yapalım.


Tabi bu aslında çok göreceli bir soru. Kimimiz yılda 100 kitabı hedefler kimimiz ise 20 okusam kardır der. Ya da 10. Bu çok değişkenli bir denklem aslında. Çalışma şartlarımız, uyku düzenimiz, yaşımız, gelirimiz, sorumluluklarımız... Sırf bizim isteğimiz daha doğrusu iyi niyetli, naif emellerimize bağlı değil.


Ben hayır cevabı verenlerdenim. Bu soruya her zaman hayır cevabı vereceğim. Çünkü sonu olmayan bir şey okumak. 100 tane okursunuz, 101 tane okuyabilirdim o aptal filmi izlemeseydim dersiniz. 200 tane okursunuz, saçma diziye ömrüme adamasam 210 olurdu sayı dersiniz. Sayıları attım kafadan elbette. Ben saymadım açıkçası bu sene kaç kitap okudum. Ama okul için okuduklarımı da sayınca epey bir şey okumuş gibi görünüyorum. 


Evet diyenleri çok çok tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Yeni seneye girerken iyi bir motivasyon kaynağı bence bu evet cevabı.


Bazen bana mailler geliyor, çok fazla kitap okuyamıyorum bir türlü, ne yapmamı önerirsin diye? Öncelikle kitap okuma uzmanı gibi hissettirdiğiniz için bana bazı bazı kendimi, çok müteşekkirim. Ben genelde ufak bir tavsiye variyorum. Birkaç tane daha doğrusu. Öncelikle uyumadan önce bir şeyler okumayı alışkanlık haline getirebilirsiniz. Bir yerden sonra 10-15 sayfa okumadan uyuyamaz olacaksınız ve kitabınızı okuduktan sonra pek tatlı bir uyku sizi bekliyor olacak. Diğer bir önerim ise bir blog ya da defter sahibi olmak. Okuduklarınız hakkında fikirlerinizi, beğendiğiniz kısımları not alır, ya da bunu birileriyle paylaşırsanız, okuma isteğiniz epey artacaktır. Ve son olarak, televizyondan uzak durun. Gerçekten. 


Bana kalırsa, bir kitap bile okuyabildiyseniz, aferin size. Aferin bize. Kaç kişi kaldık zaten şunun şurasında kitap okuyan. Evet okuyalım, çok okuyalım, hep okuyalım ama bu yıl az okuduk diye de hemen suçlamayalım kendimizi. Önümüzdeki sene belki şartlar daha çok elverir diyelim. Olur mu?



Yüzükler ve klavye tıkırtıları.

Her ne kadar Elif Şafak sevdiğim yazarların semtinden geçmese de, bir süre önce, hatta epey bir süre önce bir röportajında okumuştum. Yazarlar ile yapılan her röportajda olduğu gibi nerelerde, nasıl koşullar altında kendisini en çok yazmaya uygun hissettiği ile ilgili bir soru vardı. Yanlış hatırlamıyorsam fırınların, yemek kokularının olduğu yerlerin ona ilham verdiğini söylemişti. Sonra kalem- kağıt ikilisinden yana mı yoksa klavye tıkırtılarından mı taraf olduğunu sormuşlardı. O da klavye demişti. Ama bir detay vardı. Klavyede tuşlara parmaklarını yerleştirmeden önce çeşit çeşit yüzüklerini takmadan olmazdı. 


Bu aralar bende de böyle bir takıntı var. Tam anlamıyla bir "tak"ıntı hem de. Hele ki final dönemine girmişken. Hele ki bloga tam gaz yazılar yazıyorken (çok okunmadığını düşünüyor da olsam). Yüzüklerimi kutulardan çıkarıp, masamda kalemliğin yakınlarına koyma vakti geldi. 


Siz de bir deneyin, sevebilirsiniz (:

Belediye Kütüphanesi.

"Ka Frankfurt'tan dakiklik ve düzenlerine hep hayran olduğu Alman trenlerinden birine biner, pencerenin dumanlı aynasından ücra kasabaların narin kilise kuleleri, kayın ormanlarının kalbindeki karanlık ve sırtlarında okul çantalarıyla evlerine dönen sağlıklı çocuklar geçerken gene aynı sessizliği duyar, bu ülkenin dilininden hiç anlamadığı için kendini evinde hisseder, şiir yazardı. Eğer şiir okumak için başka bir şehre gitmiyorsa her sabah sekizde evden çıkar, Kaiserstrasse boyunca yürüyüp, Zeil Caddesi'ndeki belediye kütüphanesine gider kitap okurdu. "Orada bana yirmi ömür yetecek kadar İngilizce kitap vardı." Bayıldığı 19. yüzyıl romanlarını, İngiliz romantik şairlerini, mühendislik tarihi ile ilgili kitapları, müze kataloglarını, canının istediği her şeyi ölümün çok uzak olduğunu bilen çocuklar gibi huzurla okurdu. Belediye kütüphanesinde sayfaları çevirir, eski ansiklopedilere bakar, resimli sayfaların önünde duraklar, Turgenyev'in romanlarını yeniden okurken kulaklarında bir şehir uğultusu duymasına rağmen içinde trenlerdeki sessizliği işitirdi Ka. Akşamları yolunu değiştirip Yahudi müzesinin önünden Main Nehri boyunca ilerlerken de, hafta sonlarında şehrin bir ucundan öbür ucuna yürürken de aynı sessizliği işitirdi."

-Orhan Pamuk, Kar.

Kar tanesi.

"Bu dünyada ne yapıyorum? diye düşündü Ka. Kar taneleri uzaktan ne kadar zavallı gözüküyor, ne kadar zavallı benim hayatım. İnsan yaşıyor, yıpranıyor, yok oluyor. Bir yandan yok olduğunu, bir yandan var olduğunu düşündü: Kendisini seviyordu, bir kar tanesi gibi hayatının aldığı yolu sevgi ve kederle izliyordu. Babasının bir tıraş kokusu vardı, onu hatırladı. O kokuyu koklarken mutfakta kahvaltı hazırlayan annesinin terliklerinin içindeki soğuk ayaklarını, bir saç fırçasını, gece öksüre öksüre uyandıktan sonra kendisine içirilen pembe renkli şekerli öksürük şurubunu, ağzındaki kaşığı, hayatı yapan bütün o küçük şeyleri, hepsinin birliğini, kar tanesini..."


-Orhan Pamuk, Kar.

25 Aralık 2011 Pazar

Yol kuşları.

Elimi tuttu. Hırsla çektim elimi, cebimde sigara arandım, buldum, çıkardım, yaktım. Sigarasız elimi tuttu bu kez.
"Çok uzadı," dedi. "Hadi gel girelim içeri, Asya kahve yapsın sana. Hem bak yarın bir sürü işimiz var."
Soluk alamıyordum. Soluk alamıyordum. 
Avazım çıktığı kadar bağırdım:
"Dünyanın bütün aşıkları birleşin ulaan!"
Bağırır bağırmaz utandım kendimden. Yavaşça koluma girdi. Önce biraz direndim, ama Asya'yı özlemiştim, eve doğru yürüdük.
İçeri girer girmez, tüm güzellikleri ve gençlikleriyle bakıştılar. 
"Elbet biter bu gece, biz de yatağımıza döneriz, sızar elbet Şair, biz sevişiriz," diyorlardı.
Ben orada ne arıyordum?
Ağzımı araladım. Bir şiir vardı aklımda, henüz kimsenin bilmediği bir şiir. İlk kez Asya adının geçtiği bir şiir.
"Son sözünü bana söylemek isteyen biri var mı?" diye başladım.
Yüzlerinde gezdirdim gözlerimi. Bana öyle derin bir sıkıntıyla bakıyorlardı ki.
Ama bir dize daha söylemeye cüret ettim:
"Kalbinde yeşil bir kapı açıcam, tüylerinden dönücem...
Söylediğim anda tıkıştı ağzıma kelimeler, ama dayanamadım, devam ettim:
"Çünkü benim aklım yol kuşlarının tüneyip sessiz sedasız terk ettikleri bir harabedir."


-Murat Uyurkulak, Tol.

Beni bağışlasana.

"Şiirlerle birlikte bir kenti de böyle arkamda bıraktım ve kimsenin beni tanımadığı, benim kimseyi tanımadığım bu büyük şehre ayak bastım.

Bana ne düşündüğümü sorduklarında, O'nu diyordum. Ve eklemek istiyordum: O kadar dev, yılmaz, yıkılmaz bir O'ydu ki o, bir zamanlar, sanırım, bana ben kadar yakındı.

Sarhoşluktan boğulacak gibi olduğum bazı geceler, yüzlerce küçük resimle, yazıyla, fotoğrafla kapladığım masa aynasının karşısına geçiyor ve eksik, eğri büğrü kelimeler eşliğinde pes bir yakarışa koyuluyordum:

"Tanrım söyle bana, ben daha ne yapabilirdim? Herkesin darbelerle buzdan delilere döndüğü bir zamanda ayağa kalkmadım mı? Benim de kanı çekilmiş bir devrime adadığım kanatlarım, uzun, serin nefeslerim olmadı mı? Sesimi, paramparça bir devrimi devralan kardeşlerimin sesine katmadım mı? Batı'dan Doğu'ya, her biri aşkla titreyen kelebekler uçurmadım mı? Beni bağışlasana, beni bağışlasana, beni bağışlasana...

Küçük bir açıklık kalmıştı fotoğrafların arasında, her defasında sol gözüm o açıklığa rast geliyordu ve ben sadece sol gözümle ağlıyordum. Açıklığı kapatıp aynayı tamamlamaya cesaret edemiyordum. Sol gözüm yaşayan, hatırlayan yanımdı benim. Bu yarım hatırlamalarla, minvali hiç değişmeyen bir ömrü tamama erdireceğimi sanıyordum. Sol gözüm son kez aynadaki açıklıkta kendisine bakarken, ben yine aynı evden aynı ofise, aynı ofisten aynı meyhaneye, aynı meyhaneden aynı eve yürüyecek, aynı O'na yakaracak ve neden sonra elimde bir tabancayla, kalan yirmi dört kutucuğu da karalayıp gölgelere çekilecektim.

Yanılmışım.

Hayatım, artık varlığından bile emin olmadığım bir şehre akacaktı aniden.

Nihayet ruhumun fermuarını çekebilecektim.

Ve haysiyet denklemime bir çekidüzen verebilecektim..."

-Murat Uyurkulak, Tol.

Wonderland Passport.

Kırtasiye kutumu karıştırırken az önce, ders çalışmaktan sıkılıp, Amerika'dan gelme bu minik defter geldi elime. Size de göstereyim dedim. Eminim bayılacaksınız!


Defter gerçek bir pasaport gibi tasarlanmış. Çok komik.


Tips for Travelers var bir de. Fotoğraftan okunmaz belki diye, yazıyorum:






1. The rule is jam to-morrow and jam yester-day but never jam to-day.


2. Say what you mean.


3. Rule Forty-two. All persons more than a 
mile high to leave the court.


4. Begin at the beginning and go on till you come to end: then stop.












Absürd ve işte bu yüzden güzel! İnternetten alışveriş yapanlar, ürünleri, bu ve bundan da güzellerini şurada bulabilirler: http://www.philosophersguild.com/
Firmanın adı da mükemmel değil mi? The Unemployed Philosophers Guild.

23 Aralık 2011 Cuma

Altıkırkbeş (6LTI:KI4KBE5 > YAYIN) farkı.

Siz kitapların künyelerini didik didik edenlerden misiniz? Ben öyleyim. Kitabın orijinal adına, kapak tasarımının kimin elinden çıktığına ve diğer tüm detaylara bakmayı severim. Altıkırkbeş Yayınları'nı hep sevmişimdir. Çok hem de. Fakat daha önce fark etmemiştim. Birkaç gündür İstridye Çocuğun Hüzünlü Ölümü'nü elimde dolandırırken fark ettim. Aynen şunlar yazıyor, klasikleşmiş copyright kurallarının yer aldığı yerde.


"Kadıköy'ün yağmurlu ve puslu sokaklarında hazırlanan bu kitap sizi uçurumdan aşağı atabilecek güce sahip olabilir. Herhangi bir şekilde ve özellikle izinsiz olarak iktibas edildiğinde Kadıköy'ün o bilinen, serin ve rutubetli laneti, yıllar boyunca bunu yapanı takip eder, saçları dökülür, rüyasında sürekli olarak Kadıköy sokaklarından akın akın geçerek yıllık intiharlarını gerçekleştirmeye giden lemur sürüleri görür ve derin bir yalnızlığa gömülür."


http://altikirkbes.wordpress.com/

Voodoo Kız.

Beyaz bezdendir teni
Yamaler her yerinde
Ve rengarenk iğneler
Saplanmışlar kalbine


Sahip olduğu güzel
Hipno-disk gözlerle
Erkekleri hemen
Alıyor etkisine


Çeşit çeşit zombiler
Hep etkisi altında
İçlerinden birinin
Memleketi Fransa


Ama Voodoo Kız lanetli
Hem de sonsuza kadar
Biri ona yaklaştığında


İğneler daha derine batar


- Tim Burton, İstridye Çocuğun Hüzünlü Ölümü.

Son favori kitap aram.

Yılbaşı yaklaşıyor. Hediye seçimleri her ne kadar keyifli olsa da bir noktadan sonra birazcık çıldırtıcı olabiliyor. Biraz da size yardımcı olmak için ufak tefek beğendiğim şeylere yer vereyim blogda dedim bu aralar(bkz. masa takvimi). Aklınızda bulunsun.


Dönem dönem belirli kitap aralarına bağımlı gibi oluyorum, hep onları kullanıyorumn. Birkaç haftadır benimle birlikte bu sevimli şey de benimle beraber kitaplara dalıp çıkıyor. Daha önce hiç böyle bir ara kullanmamıştım. Fakat epey kullanışlı bence. Şık da duruyor. Taksim'in pasajlarından birinde, Bilge Sanat isimli dükkandan aldım. İnternetten de satışı var. Dilerseniz şuradan bakabilirsiniz. Ben genel olarak tasarımları epey beğendim.

22 Aralık 2011 Perşembe

Masa takvimi

Masa takvimleri bana kalırsa her zaman çok eğlencelidir ve benim gibi ayın kaçında olduğunu unutan biri için bir o kadar da faydalı. Remzi Kitabevi'nde gerçekten çeşit çeşit var bunlardan. Ben her ne kadar Garfield ve Peanuts arasında kalmış olsam da son kararımı verdim. Yeni yıl başlasa da sayfaları koparsam. Her sayfanın önünde ufak da bir karikatür var sayfanın arkasındaysa minik bir puzzle ya da eğlenceli bilgi var. Ayakta da durabiliyor. Ne de güzel reklamını yaptım.


Güzel bir yılbaşı hediyesi de olabilir. Aklınızda bulunsun (:

Bazı kitap kapakları çok güzel!

Ben gerçekten çok beğendim.
Tasarım Utku Lomlu'ya aitmiş.
Everest Yayınları'ndan.
Bravo!

20 Aralık 2011 Salı

Bir günün anatomisi.


(okumayı sevmek demek şöyle bir şey benim için, bugün bir kez daha anladım)
Sabah uyanırsın. 8 gibi. Hava kapalı ve elbette yağmur var. Yoksa da olacak, çok belli. Şemsiye alsam mı ki acaba? Alsam taşıması var, almasam ıslanıp bozulacak saçlar, daha da ağırlaşması muhtemel grip...
Odadan çıkılır. Saç istediğin gibi zaten olmamış, giymek istediğin kıyafetleri günden güne içinden çıkılamaz bir hal alan kıyafet doalbından bulup da çıkaramamışsındır. Neyse, en azından kalın kazak giydin de üşümeyeceksin.
Ders. Bir ders daha. Merhaba demenin bile yük geldiği insanlara merhaba deme denemeleri. Merhaba. Merhaba. Merhaba. Günaydın. Günaydın. İyi, senden? Merhaba.
3 saatlik ders. Egodan patlamak üzere dünyanın en az sempatik olma ödülüne aday ve gönüllerin birincisi adamdan ders dinlemece. Akan burun, hapşuruklar. Havaya saçılan mikroplar. "Aman bu kadar iş güç arasında bana da bulaşmasa" diye pıtı pıtı kaçan sevgili sınıf arkadaşları. Ders dinler gibi yapmaca. Bu alanda kendini günden güne geliştirmece. Karın gurultusu. Ders arası. Boş boş dolanmaca. Kahve al. Dişlerim de sararır bu gidişle, aman neyse.
Ders bitti. Yağmur kaptırmış gidiyor. Sevgili gelmiş midir? Gelmiş. Keyfim yok ama onun varsa beni güldürür ki. Oh. Bakalım nerede. Orada. Hah! Onun surat benden beter. Neyin var? Asıl senin neyin var? Hiç. Hiç.
Yemek yemece. Sessizlik. Of. Pof. E çay içelim madem, sonra benim çalışmam gerek. Tamam.
Kavga. Tartışma. Surat asmaca. Küs.
Sarılmaca. Ben seni çok seviyorum ama. E iyi madem.
Neyse.
Ben gidiyorum odaya. Çok yorgunum. Burnum da tıkandı. Yatarım biraz. Tamam.
Mandalin yemece. 1. 2. 3. Kabukları da güzel kokuyormuş. Banyo yapsam burnum açılır mı? Açıldı. Saçları tara. Kurut ama hemen, hava fena.
Pijamaları giy. Saat daha 6. Ama olsun sen yine de giy.
Hastasın, hakkın.
Işıkları kapa, sadece baş ucu lamban açık kalsın.
Kitap.
Aç.
Oku.
Uyu.
Bu iyi gelir.
Bir tek bu.

19 Aralık 2011 Pazartesi

Nafile.


"Çözüldün ve utancından ölecek haldesin. Adın, ancak dünyanın yarısı havaya uçarsa temizlenir diye düşünüyorsun. Zaten durmadan bunu planlıyorsun. Birbirinden nafile intikam planlarıyla oyalanıyorsun. Kafana kurşunu sıkana kadar da bundan başka bir şey yapacağın yok. Geçen sene aldığın o allahlık Kırıkkale tutukluk yapmazsa tabi."

-Murat Uyurkulak, Tol.

18 Aralık 2011 Pazar

Yine bir mail adresi değişikliği.


Mail almak, okumak ve sonra da cevaplamak çok hoşuma gidiyor. Ancak artık Yahoo ile yollarımı ayırmaya karar verdim. O kadar çok spam mail geliyor ki, onların arasından sizden gelenleri bulmakta zorlanıyorum. Bu nedenle artık şu mail adresinden iletişime geçebilirsiniz. Umarım geçersiniz (:

okuyanbirkedi@gmail.com

Yılbaşı gelirken...


Kendimi bildim bileli yılbaşının ilk ve en önemli belirtilerinden biri bu kurabiyeler benim için. Bir de hediyeler tabi ki ama hediye alma/verme kısmına daha var.
Bir de tarçın kokusu.
Bir de soğuyan hava, kızaran burunlar.
Ben 2012'den çok umutluyum.
Siz?

İlk internetten alışveriş deneyimi- Pandora.


Merhaba herkese, upuzun bir aradan sonra tekrar yazmaya karar verdim. Aslında öncesinde de yazmaya ara verme kararı falan yoktu ortada ama her şeye karşı hevesim biraz kırılmış, kendimi hep yorgun hissediyordum. Sürekli sokaklarda dolanıp, arkadaşlarımla çok ama çok eğlenip sonra odama geri döndüğümde, -hiçbir şeye vaktim yok, çok mutsuzum diye mızıldıyordum. Ama hepsi geçti. Garip olansa bu durumun başlaması ve bitmesine sebebiyet verecek tek bir olayın dahi yaşanmamış olmasıydı.

Gelelim internetten alışveriş deneyimime. Bu dönem sürekli kitap aldım. Normalde de alıyordum ama bu sefer ders kitaplarım da bütçemi epey zorladı. Lisans döneminde bir ders kitabı bir dönem yeterken, lisansüstü olunca her hafta yeni bir kitap demek oldu. Hal böyle olunca ben her cumartesi parça parça kitap almaktan biraz yorulmaya başladım. Çünkü kitaplar hep son dakikaya kalıyor ve eğer bir de zor bulunanlardan biri ise, koşa koşa aramak zorunda kalıyordum. Ve ben de tüm bunlardan sonra internetten alışverişi denemeye karar verdim.

Aklıma ilk olarak Pandora geldi. Sitesi bence son derece güzel hazırlanmış, diğer bir deyişle user-friendly. Aradığım kitapların hepsini buldum. Tabi öncelikle bir hesap açtırdım. Sonra kredi kartıyla da siparişi verdim. Galiba 2 gün içinde geldi. Evet evet 2 gün. Güzelce paket yapılmış ve içine bir dergi ve kitap arası eklenmiş bir şekilde.

Ben çok memnun kaldım. Okulum ve dolayısıyla yurdum şehir dışında bulunduğundan ötürü acilen almam kitapları, yani hafta içinde şehre inemeyeceğim durumlarda internette almaya karar verdim.

Fiyatlara gelince, açıkçası bana çok da farklı gelmedi kitapçılardan. Hatta toplu alışveriş yapıyorsanız, birer ikişer liralık indirimler fark dahi yaratabiliyor. İdefix ile aynı kitapları sepete ekleyip hesaplattığımda, çok ufak bir fark vardı aralarında. Tabi her iki sitenin de yaptığı indirimleri bilemiyorum. Kitabına göre İdefix ya da Pandora daha hesaplı olabilir.

Kısacası, ben bu internetten alışveriş işini epey sevdim, her ne kadar raflar arasında gezinmenin yerini alamayacak olsa da. Hatta az önce Perşembe gününe kadar almam gereken bir kitabın siparişini bile verdim.

Siz hangi sitelerden alışveriş yapıyorsunuz? Bir acemi olarak tavsiyeye ihtiyacım var!

İşler yoluna girdi.


Her şey artık (kısmen) daha iyi.
"Ben hiçbir şeye yetişemiyorum!" çırpınışları masterın ilk senesinin olmazsa olmazıymış onu anladım.
Okunmuş ama buraya yazılmayı bekleyen tam tamına 14 kitap var.
14 kitap!
Akşamı bekleyin.
(:

5 Aralık 2011 Pazartesi

Dar zamanlar.


Bazen hiçbir şeye yetişemediğiniz

Tutamayacağınızı bildiğiniz sözleri verdiğiniz

Yaptıklarınızı sürekli ama sürekli sorguladığınız

Bir yerlere saklanıp, çıkmamak istediğiniz

Zamanlar oluyor mu? Sizin de...