Konu dışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Konu dışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Nisan 2013 Pazartesi

Son bağımlılığım: Sylvanian Families

Biriktirilebilir şeyleri hep çok sevdim. Taso olsun, Pokemon kartı olsun benim için hiç fark etmedi. Bir sürü ıvır zıvırımdan annem çok şikayetçi olsa da ben dönüp dolaşıp birikmiş tonlarca şeye bakmayı seviyorum. Birkaç ay önce, kaynağını hatırlamıyorum, erkek arkadaşımla deliler gibi Çöps almaya başladık. O da neymiş derseniz şuradan bakabilirsiniz. Çok da ucuz bir şey olmadığından kendimizi sınırlamaya çalıştık, haftada bir tane alma hakkımız vardı ama bir günde 5 tane aldığımız zamanlar da oldu. Şimdilik bu merak geçmiş gibi. Onun yerini başka bir seri aldı.

Geçen Cumartesi itibariyle artık 15 aydır sevgiliyiz diyebiliyoruz. Öyle kutlama falan yaptığımızdan değil de, bu sefer bir değişiklik olsun, bir mağazaya girelim ve 15 dakika içinde birbirimize hediye alıp çıkalım dedik. 
Sylvanian Family serimin ilk iki, en değerli parçalarına işte o gün sahip oldum. İlk başta ne olduklarını anlamadım, daha doğrusu biriktirilebilir bir şey olduklarını bilemedim. Sonra içinden çıkan karta baktım ve hepsine o an sahip olmak istedim. Bir de, çok güzel saydam, taşınabilir minik kutularda satılıyorlar.

Bu seri, hayali bir ormanda yaşayan ailelerden oluşuyor. Kedi, köpek, kirpi ve daha bir sürüsü var. Farklı farklı olaylar/aktiviteler üzerinden hazırlanmış. Evlilik, okul, spor, yemekler, evler... Çok kalabalık, çok sevimliler. Bana hediye gelen bu ikisi bebek Sylvanian'lardan. Kedinin bir de çıngırağı var, ama fotoğrafta yok. 

Sadece çocuklar değil, bence büyükler de çok çok sevebilir. Ama en çok çocuk kalmış, çocuk insanlar bayılabilir. Tavşan, kirpi ve sincap ailelerine özellikle bakmanızı öneririm.

Hikayelerine, ürünlere, nerede satıldıklarına ve diğer tüm bilgilere şuralardan ulaşabilirsiniz.

Sevgilime Okuyan Kedi'den bahsettim!

Blogu olanlar var, olmayanlar var. Blogunda anonim anonim yazanlar var (benim gibi), cesur yürekler var. Blogun kaçıncı senesi bilmiyorum, 2-3 oldu herhalde. Bugüne kadar buradan kimsenin haberi olmadı. Ta ki bugüne kadar. Bugün sonunda erkek arkadaşıma söyledim. 

Buraya hep aklıma gelenleri, pek de ölçüp tartmadan yazdım. Mühim şeylerden de bahsetmedim zaten. Çok uzun aralar verdim, keşke vermeseydim. Bu aklıma geleni yazma şeyi de tahminen zaten okulda sürekli üzerine çok düşünülmüş, çok planlı hep de içten pazarlıklı yazılar yazmama bir isyan olarak gelişti sanırım. Birazcık da bu gelişi güzellikten çekinip söylememiştim ona. Ama çok sevdi, çok beğendi. Hep yaz, çok yaz dedi. Ben de mutlu oldum. Çok. Ve bir kez daha onu neden bu kadar çok sevdiğimi anladım, yine yine onu çok sevdim. 

Bundan sonra onun takibinde burası. Belki arada o da yazar. En güzel o yazar, çünkü.

7 Nisan 2013 Pazar

Ekşi Sözlük'te kendimi buldum

Ekşi Sözlük'te şöyle şöyle yazmışlar, çok sevindim!

Şuradan bakabilirsiniz


  • okumayi, kirtasiyeyi, kedileri seviyorsaniz takip etmeniz gereken kaliteli bloglardan biri. sahibinin akademisyen olmasinin da etkisiyle kaliteli paylasimlar var. surekli bestseller okuyup onu tanitan sacma bir blog degil anlayacaginiz.

  • zeka kıvraklığı açısından şu başlığın gece gece acımaksızın yarmaya yettiği blogdur: bir kedi hikayesi: ayı

Neler oldu, neler bitti

Yine uzunca bir aradan sonra merhaba,
Bu araları neden veriyorum bilmiyorum ama zaman zaman her şeyden yorulduğum, sıkıldığım doğrudur. Keşke öyle olmasa ama oluyor işte. Bu aralar yine kafam çok karışık, belki hatırlarsınız, akademisyen olma hayaliyle yola çıkmıştım. Bir süredir akademisyenlerden ayrı, akademiden ayrı soğudum. Belki sadece yer değişikliğine ihtiyacım var ama sanki ben daha büyük değişiklikler peşindeyim. Bakalım, bu aralar bir karar versem fena olmayacak gibi. Akademiye alternatif ne derseniz, bir işe girip çalışmak. Onun da sıkıntıları hepimizin bildiği üzere apayrı. Ben isterim ki bir yayınevinden vb. bir yerlerde çalışayım, ama işte her istediğimiz olsa...

Neyse, başka neler oldu?


  • Kedim büyüdü
  • Saçlarım biraz uzadı, en son çok çok kısaydı
  • Biraz kilo aldım, çok üzülüyorum bu duruma
  • Epey kitap okudum, buna seviniyorum
  • Daha fazla fotoğraf çekiyorum
  • Çok sağlıksız besleniyorum
  • Yakın zamanda Moda'dan taşınıyorum, buna üzülsem mi sevinsem mi bilemiyorum
  • Seneye hangi şehir, hangi ülkede olacağıma dair en ufak fikrim yok
  • Erik çıktı, bu iyi haber
  • En yakın arkadaşım İstanbul'a taşındı
  • Eski arkadaşlarımı aradım, buldum
  • Evlenen arkadaşım hala yok
  • Sevgilimle mutluyuz
  • Bahar temizliği yaptım
  • Yakın zamanda Kıbrıs's gidiyorum, turist gibi
  • Hastalık hastalığım arada bir ortaya çıkıp kendini gösteriyor
  • Gözlerim iyice bozuldu
  • Yapılacak işler listem 28 maddeye ulaştı
  • Artık daha bilinçli bir tüketiciyim, sıkıcı ama karlı
  • Oje sürmeyi bıraktım
  • Sadece BİC marka kalem kullanıyorum
  • Pahalı parfümlerden Johnson's Baby Cologne'a geçiş yaptım, Ocean olana
  • Her sabah en geç 8'de kalkmaya çalışıyorum
Benden haberler bu kadar (:


26 Aralık 2011 Pazartesi

Yüzükler ve klavye tıkırtıları.

Her ne kadar Elif Şafak sevdiğim yazarların semtinden geçmese de, bir süre önce, hatta epey bir süre önce bir röportajında okumuştum. Yazarlar ile yapılan her röportajda olduğu gibi nerelerde, nasıl koşullar altında kendisini en çok yazmaya uygun hissettiği ile ilgili bir soru vardı. Yanlış hatırlamıyorsam fırınların, yemek kokularının olduğu yerlerin ona ilham verdiğini söylemişti. Sonra kalem- kağıt ikilisinden yana mı yoksa klavye tıkırtılarından mı taraf olduğunu sormuşlardı. O da klavye demişti. Ama bir detay vardı. Klavyede tuşlara parmaklarını yerleştirmeden önce çeşit çeşit yüzüklerini takmadan olmazdı. 


Bu aralar bende de böyle bir takıntı var. Tam anlamıyla bir "tak"ıntı hem de. Hele ki final dönemine girmişken. Hele ki bloga tam gaz yazılar yazıyorken (çok okunmadığını düşünüyor da olsam). Yüzüklerimi kutulardan çıkarıp, masamda kalemliğin yakınlarına koyma vakti geldi. 


Siz de bir deneyin, sevebilirsiniz (:

25 Aralık 2011 Pazar

Wonderland Passport.

Kırtasiye kutumu karıştırırken az önce, ders çalışmaktan sıkılıp, Amerika'dan gelme bu minik defter geldi elime. Size de göstereyim dedim. Eminim bayılacaksınız!


Defter gerçek bir pasaport gibi tasarlanmış. Çok komik.


Tips for Travelers var bir de. Fotoğraftan okunmaz belki diye, yazıyorum:






1. The rule is jam to-morrow and jam yester-day but never jam to-day.


2. Say what you mean.


3. Rule Forty-two. All persons more than a 
mile high to leave the court.


4. Begin at the beginning and go on till you come to end: then stop.












Absürd ve işte bu yüzden güzel! İnternetten alışveriş yapanlar, ürünleri, bu ve bundan da güzellerini şurada bulabilirler: http://www.philosophersguild.com/
Firmanın adı da mükemmel değil mi? The Unemployed Philosophers Guild.

20 Aralık 2011 Salı

Bir günün anatomisi.


(okumayı sevmek demek şöyle bir şey benim için, bugün bir kez daha anladım)
Sabah uyanırsın. 8 gibi. Hava kapalı ve elbette yağmur var. Yoksa da olacak, çok belli. Şemsiye alsam mı ki acaba? Alsam taşıması var, almasam ıslanıp bozulacak saçlar, daha da ağırlaşması muhtemel grip...
Odadan çıkılır. Saç istediğin gibi zaten olmamış, giymek istediğin kıyafetleri günden güne içinden çıkılamaz bir hal alan kıyafet doalbından bulup da çıkaramamışsındır. Neyse, en azından kalın kazak giydin de üşümeyeceksin.
Ders. Bir ders daha. Merhaba demenin bile yük geldiği insanlara merhaba deme denemeleri. Merhaba. Merhaba. Merhaba. Günaydın. Günaydın. İyi, senden? Merhaba.
3 saatlik ders. Egodan patlamak üzere dünyanın en az sempatik olma ödülüne aday ve gönüllerin birincisi adamdan ders dinlemece. Akan burun, hapşuruklar. Havaya saçılan mikroplar. "Aman bu kadar iş güç arasında bana da bulaşmasa" diye pıtı pıtı kaçan sevgili sınıf arkadaşları. Ders dinler gibi yapmaca. Bu alanda kendini günden güne geliştirmece. Karın gurultusu. Ders arası. Boş boş dolanmaca. Kahve al. Dişlerim de sararır bu gidişle, aman neyse.
Ders bitti. Yağmur kaptırmış gidiyor. Sevgili gelmiş midir? Gelmiş. Keyfim yok ama onun varsa beni güldürür ki. Oh. Bakalım nerede. Orada. Hah! Onun surat benden beter. Neyin var? Asıl senin neyin var? Hiç. Hiç.
Yemek yemece. Sessizlik. Of. Pof. E çay içelim madem, sonra benim çalışmam gerek. Tamam.
Kavga. Tartışma. Surat asmaca. Küs.
Sarılmaca. Ben seni çok seviyorum ama. E iyi madem.
Neyse.
Ben gidiyorum odaya. Çok yorgunum. Burnum da tıkandı. Yatarım biraz. Tamam.
Mandalin yemece. 1. 2. 3. Kabukları da güzel kokuyormuş. Banyo yapsam burnum açılır mı? Açıldı. Saçları tara. Kurut ama hemen, hava fena.
Pijamaları giy. Saat daha 6. Ama olsun sen yine de giy.
Hastasın, hakkın.
Işıkları kapa, sadece baş ucu lamban açık kalsın.
Kitap.
Aç.
Oku.
Uyu.
Bu iyi gelir.
Bir tek bu.

18 Aralık 2011 Pazar

Yine bir mail adresi değişikliği.


Mail almak, okumak ve sonra da cevaplamak çok hoşuma gidiyor. Ancak artık Yahoo ile yollarımı ayırmaya karar verdim. O kadar çok spam mail geliyor ki, onların arasından sizden gelenleri bulmakta zorlanıyorum. Bu nedenle artık şu mail adresinden iletişime geçebilirsiniz. Umarım geçersiniz (:

okuyanbirkedi@gmail.com

Yılbaşı gelirken...


Kendimi bildim bileli yılbaşının ilk ve en önemli belirtilerinden biri bu kurabiyeler benim için. Bir de hediyeler tabi ki ama hediye alma/verme kısmına daha var.
Bir de tarçın kokusu.
Bir de soğuyan hava, kızaran burunlar.
Ben 2012'den çok umutluyum.
Siz?

İşler yoluna girdi.


Her şey artık (kısmen) daha iyi.
"Ben hiçbir şeye yetişemiyorum!" çırpınışları masterın ilk senesinin olmazsa olmazıymış onu anladım.
Okunmuş ama buraya yazılmayı bekleyen tam tamına 14 kitap var.
14 kitap!
Akşamı bekleyin.
(:

16 Kasım 2011 Çarşamba

Bazen şansınız döner.


Kitap Fuarı'na gidiyorum.
Cuma.
Hem de çok sevdiğim bir arkadaşımla.
Çok sevdiğim biriyle.
Sevgilimle.
Ne güzel!

13 Kasım 2011 Pazar

Kalem, defter ve yazmak.


Kendimi bildim bileli kalemle defterle bir işim her zaman için olmuştur. Bir kere ben kırtasiye malzemelerine, yeri geldiğinde annemi delirtecek kadar çok sevmişimdir. Almasam da gidip bakarım. Bakmasam da hep aklımdadır.

Ben okula başlamadan okuma yazmayı öğrenen çocuklardan olmadım. Çünkü annemlere, eğer erken öğrenirse sonra birinci sınıfta canı sıkılır demişlerdi. Onların en büyük korkusu da benim okulda canımın sıkılması olduğu için hiç okuma öğretme çabasına girmediler. Çok net hatırlıyorum, uzun süre boyunca annemin üniversite defterlerinde, annemin yazdıklarının üzerinden kendi kalemlerime geçmiştim, anaokuluna bile başlamadan önce. Sonra birinci sınıfa başladım, bir ay sonra da okumayı öğrendim. Sınıf öğretmenimiz, defterime kocamn bir elma çizip altına da “Çalışan kazanır, elması kızarır” yazmıştı.

Yazmayı da en az okumak kadar çok sevdim. Ancak son zamanlar işler biraz çığrından çıktı.

Dediğim gibi, yazmak her zaman vardı benim için. Bu yazma eylemine “edebi/sanatsal yazma” hariç her tür dahil. Haha! Flört benzeri yazma da dahil değil elbette. Çok ayıp! Mesela derslere hep yazarak çalıştım. Hep listeler yaptım. Alılveriş listeleri, okunacak kitaplar listeleri, gidilecek şehirler/ülkeler listeleri, yapılacak işler listeleri...

Bugünlerde bu yazma işi biraz fazla olmaya başladı. Sanki artık yazmadan, bir şeyleri kağıt üstünde planlamadan cümle kuramaz oldum. Mesela mailler. Hele bir de mailler uzun, eğlenceli ve bir şeyler üzerinde konuşulan mailler ise önce beyin fırtınamın ürünlerini sayfalarca kağıda döküyorum, sonra maili yazıyorum. Blog yazıları en başından beri böyleydi. Ama daha da detaylı olmaya başladılar.

Mesela geçenlerde, o sevdiğim adamla, herkesin yaptığı gibi ev hayalleri kurarken, ona pencere içine konulan şiltelerden bahsetmeye çalıştım. Bakın yine tam anlatamıyorum. Hani pencereler kocaman olur ve içeriden, pencerenin oyuğuna bazen koltuğumsu bir şey bazen de şilte konur. İşte bunu anlatamadım, o da her erkek gibi pek anlamadı. Çizerek anlatmaktan başka çarem kalmadı. Neden hep kağıt kalem var ki benim hayatımda?

Sizde de böyle mi? Hep elinizin altında boş kağıtlar ve bir adet kalem mi bulunsun istiyorsunuz?

Bizim sorunumuz ne?

12 Kasım 2011 Cumartesi

Pof.


Bazen olmayınca olmuyor. Saatler, günler birbirini tutmuyor.

Kısacası.

Kitap fuarına gidemiyorum.

Şimdi izninizle gidip kafamı duvarlara vurucam.

*buraya ağlama sesleri eklenecek, bol burun çekmeli*

10 Kasım 2011 Perşembe

Duyuru duyuru!


Artık yeni bir yerde daha yazıyor olacağım.

okuyankediolmak.blogspot.com ve okuyankedi.tumblr.com

Neden bir yer daha?

Çünkü.

Çünkü ben bazen aklıma geldiği herhangi bir şeyi yazmak istiyorum. Tabi ki de kitap yazıları yazmaktan çok keyif alıyorum ama insan bazen sadece o gün arkadaşının kalbini nasıl da kırdığından ya da sevgilisinin ona aldığı şekerlemelerden bahsetmek istiyor.

İnsan işte, hep istiyor.

Bunu halihazırda var olan ve pek sevimli takipçilerden oluşan blogumda yapabilirdim fakat öyle olsun istemedim. Sonuçta burayı başlatırken aklımdaki şey, sadece kitaplar üzerine konuşulabilecek bir alan yaratmaktı. Evet buraya yazabilirdim ve siz de oflamadan puflamadan okurdunuz ama yine de öyle olsun istemedim. Sonuçta benim hayatıma uzaktan yakından ilgi duymayan, sadece kitaplar hakkında bir şeyler okumak isteyenler mutlaka vardır. Onlara ayıp olur gibi geldi.

Kısacası, artık yeni yerlerimde de yazıyor olacağım. Sık sık. Gelip okursanız ne de güzel olur.

2 tane de duyurum var gitmeden hemen.

Birincisi, Dinleyen Kedi ve İzleyen Kedi'ye ne oldu diye sorularla dolu mailler alıyorum. Haklısınız. Okuyan Kedi'yi bile daha yeni düzenleyebildim. Sıra onlarda. Zaten mucizevi şekilde çok fazla film izliyor, yeni insanlar/gruplar dinliyorum.

İkincisi, eski mail adresime kavuştum, yeniden. Herhangi bir şeyle ilgili okuyankedi@yahoo.com ya da okuyankedi@ymail.com adreslerine mail atabilirsiniz. Mail okumayı da hele sizden gelenleri çok seviyorum.

Bu kadar.

6 Kasım 2011 Pazar

5 Kasım 2011 Cumartesi

Sesimi duyan var mı?


Yazdıklarımı okuyan bir tanecik canlı var mı?
Sadece varım demeniz yeterli.
Teşekkürler.

(:

Bu tatilde.


Bol bol kitap okumak

Sabahları erken kalkıp paten kaymak

Kahve ve çaya biraz ara vermek

Sabahları televizyonda çizgi film izlemek

Kitap alışverişi yapmak

Hayaller kurmak

"O"nunla tatil planları yapmak

Soba önünde uyumak

Kış havasını solumak

Kestane, mandalina, güllü lokum yemek

Ananenin izlediği dizilerdeki son gelişmleri ondan dinlemek

Serin ama güneşli günlerde açık havada dolaşmak

Bloga sık sık yazmak

"O"na kurabiye yapmak

Var aklımda...

30 Ekim 2011 Pazar

Ben bu aralar...


Sınavlara çalışıyorum.

Bazı hocaları hiçbir zaman sevemeyeceğimi anlıyorum.

Hoca olduğum zaman en azından öğrencilerime "günaydın" demekten vazgeçmemeyi kendime sık sık hatırlatıyorum.

Teslim edilecek kağıtları hep son dakikaya sıkıştırıyorum.

Hala bir tez konusu bulabilmiş değilim.

Paranormal Acitivity 3'e gidebilmek için cesaretimi toplamaya çalışıyorum.

Bana benzeyen, daha doğrusu benim aynım olan adamı kendi kafamda yaratıp yaratmadığımdan emin olmaya çalışıyorum.

Bu adamala çok gülüyorum.

Hep gülüyorum.

Sürekli mandalina yiyorum.

Güzel filmler izliyorum.

Tatil planları yapıyorum.

Okuyorum.

Gündemi takip etmemeye çalışıyorum.

Kedimi özlüyorum.

Güzel sesli insanlarla konuşmanın ne güzel bir şey olduğunun farkına varıyorum.

Kitap yazılarımı bir dosyada biriktiriyorum, bir türlü buraya geçiremiyorum.

Güzel şeylerin sonunun gelmek zorunda olmadığına ikna etmeye çalışıyorum kendimi.

Güzel kitaplar alıyorum.

Güzel kitaplar okuyorum.


Siz neler yapıyorsunuz?