3 Nisan 2012 Salı

Tiffany'de Kahvaltı - Truman Capote.

Oh. İyi bir kitap okumanın verdiği keyif gibisi yok. Hele bu kitap sıkıcılıktan uzak, son derece eğlenceliyse. Bir de eğer kitaptan uyarlama filmini izlemek için sabırsızlanıyorsanız...

Dünden önceki gün sanırım, babamla filtre kahve almaya gittik. Çok komik. Ellili yaşlarında filre kahveye ve elbette makinesine öyle bir alıştılar ki, Nescafe beğenmez oldular.Her neyse. Babam kahve alırken ben de kitapçıya girdim, aslında bir şey almaya niyetim yoktu ama Notos’un son sayısı ile Tiffany’de Kahvaltı’yı aldım. Eve gelir gelmez de okumaya başladım. Okulda bu filmin olması lazım kütüphanede. Gider gitmez izlemeyi planlıyorum, her ne kadar senaryoda romana pek sadık kalınmadığını biliyor olsam da.

Truman Capote ismi bana nereden tanıdık geliyor bilmiyorum, daha önce hiçbir kitabını okumamıştım. Ama artık bir sebebi var. Capote 1924 doğumlu, Amerikan edebiyatının bilindik isimlerinden biri. Sel Yayıncılık yazarın diğer öykülerini yayınladı sanırım ya da yayına hazırlık aşamasında. Tiffany’de Kahvaltı, 2008 yılında yayınlanmış. Meral Alakuç tarafından Türkçe’ye çevrilmiş. Bana kalırsa başarılı bir uyarlama olmuş. Kapak resmi pek hoş, filmden bir sahne. Kitabın orijinali, Breakfast at Tiffany’s adıyla 1958 yılında yayınlanmış, üç yıl sonra da filmi çıkmış.

Kitaba gelirsek, 1940’lı yılların New York’unda geçiyor. Cemiyet hayatının neresinde durduğundan pek de emin olamadığımız Holly Golightly ve erkekleri. Partiler. İçkiler. Çoğunlukla martiniler. Kitabın arka kapağında Holly’den çocuk-kadın diye bahsediliyor. Gerçekten öyle mi acaba? Ben öyle miyim acaba? Sorular sorular. Kimi kitap eleştirmenleri bu kitabın bir kelimesini dahi değiştirmezdim diyorlar, kimileri ise biraz yavan buluyorlar. Ben bu detaylara takılmadan, işin teknik kısmından uzak okudum ve buna uygun bir eleştiri getireceğim sanırım.

Adettendir, biraz kitaptan ve olaylardan bahsetmek istiyorum. Aslında çok da istemiyorum çünkü öyle sevimli bir tat bıraktı ki kitap ağzımda, ve okumadan önce konusuna dair en ufak bir fikrim yoktu, size de aynısı olsun istiyorum. Bu nedenle, bu paragrafı okumadan geçebilirsiniz. Olaylar şöyle başlıyor ve bir nevi sonlanıyor. Bir adet Holly var elimizde, güzel, genç ve alımlı ve elbette çevresinde adamlar. Bir apartman dairesinde yaşıyor ve komşuları bir şekilde onun hikayesine dahil oluyorlar. Ancak en çok Holly’nin ona verdiği ad ile, Fred dahil oluyor. Dahil olmakla kalmıyor bir de üstüne aşık oluyor. Siz ne düşünürsünüz bilmem ama bence aşıktı. Yazar kitabın ünlenmesinden sonra Fred’in gay bir karakter olduğunu açıklamış. Bilmiyorum. Bana okurken öyle gelmemişti. Sanki hep Holly’e aşıktı. Ama peşinden gitmedi. Falan filan. Daha fazla spoiler vermek istemiyorum sanırım.

Holly çok fakrlı bir karakter. Büyük olasılıkla hep aklımın bir köşesinde kalacak. Erkekler Holly’i seviyor. Çünkü Holly erkekleri sıkmıyor. Onların ilgi alanı atlar mı? Ya da sporlar mı? Gidiyor, bu konuda bir şeyler okuyor, öğreniyor. Sonra da sohbet ediyor. Erkeklerin hoşuna gidiyor tabii bu durum. Holly ne kadar hoşnut bu durumdan? Bilmiyoruz. Bence beğenilmek onun da hoşuna gidiyor. Ama yine de çok da karakter analizi yapamam sanırım Holly üzerinden. Kısa bir kitap, yazarın dili çok sade. Novella zaten. Derinlikten uzak, Holly gibi, hayallerin peşinde bir yazım. Holly ilgi odağı olmayı seviyor, erkeklerin ona bakmalarından da hoşlanıyor. Kısacası kendi ‘iyi zaman’ tanımına uygun olarak hayatını geçiriyor.

Kitap hakkındaki eleştirileri okudum biraz. İnternette gezindim. Filmin ortaya çıkmasıyla beraber kitabın melankolisinin uçup gittiğinden yakınmış kimileri. Buna filmi izledikten sonra karar vereceğim sanırım. Holly’nin renkli hayatının altında aslında bir nevi trajedi de yatıyor. Sosyo-ekonomik bir sorun. Köy ve kasabalardan şehirlere, özellikle de New York’a gelen, isim değiştiren genç kızlar. Birkaç yıl içinde sönüp gidişleri, eğer biraz şanslılarsa kente bir ucundan tutunabilmeleri. İlk okuduğumda bunlar pek gözüme çarpmamıştı ancak şurada epey iyi bir eleştiri var, İngilizce, dilerseniz bir göz atabilirsiniz. Bir de şu sitede film ve kitapla ilgili bilmediğiniz 25 şey başlığı altında epey ilginç detaylar var. Öncelikle onların da dikkatini kitap ve film arasındaki farklar çekmiş. Kitapta Holly 20lerinin başına daha yeni gelen bir genç kadın, oysa filmde Holly’i 31 yaşındaki Audrey Hepburn canlandırmış. Kitapta Holly biseksüel gibiyken, filmde bu yan da törpülenmiş. Kitapta ot içmekten hoşlanan Holly’den filmde eser yok. Bence en komik detaylardan biri, filmin Taş Devri ile olan bağı. Evet, Flintstones. Hapishanede tutuklu Sally’i aynı zamanda Taş Devri’nin Fred’ini seslendiren Alan Reed canlandırmış.

Fred karakteri bana biraz fazla silik geldi açıkçası. Ama Holly’nin ya da gerçek ismiyle Lulamae’nin ilk ve tek ve halen boşanmadığı kocası bana çok ilginç geldi. Hikaye başlı başına çok dokunaklıydı. Holl’nin New York’a gelip, yeni şaşaalı adını aldıktan sonra pek de hatırlamak istemediği bir hikaye. 14 yaşında evlenip, kısa bir süre sonra evden kaçmış Holly. Bu çocukluk hatırası mıdır yoksa ilk evliliğine dair bir detay mı, pek belirgin değil. Bana kalırsa epey acıklı.

Kitabın ve elbette filmin çevresinde şekillenen bir diğer tartışma konusu ise şuymuş: Kim bu gerçek Holly Golightly? Capote bu kadını yaratırken kimden ilham aldı? Kimileri Capote’nin kendi annesini öne sürmüşleri, kimileri Gloria Vanderbilt ya da Maeve Brennan. Kim bilir kim, Holly son derece kendine has değil mi sizce de? Bu tür gizemler hiçbir zaman çözülmez, iyi ki de çözülmez. Peki Holly ne? Bir fahişe mi yoksa para avcısı mı? Capote verdiği bir röportajda Holly’nin bu ikisi de olmadığını belirtmiş, o sadece bir Amerikan geyşası diye de eklemiş. Bana kalırsa Holly geyşa olabilmek için bile fazla saf.

Son olarak şunu söyleyebilirim, günün birinde dünyanın herhangi bir yerinde Holly Golightly ile tanışsam, bir yerlere oturup iki kadeh bir şeyler içsem eminim bu kitabı okuduktan sonraki hislere sahip olurdum. Kitap da Holly gibi gamsız ama bir o kadar da minik sabun köpüğü hafifliğinde.

Bence okuyun, kesinlikle tavsiye ediyorum.

“Simply do not ask me what this is all about, parce que je ne sais pas, mes chers”

7 yorum:

  1. ilgi ve merakla not aldım:)umarım okuyabilirim:)

    YanıtlaSil
  2. En sevdiklerimden. Filmi de inanılmaz.

    YanıtlaSil
  3. Çok çok çok meraklandım!

    YanıtlaSil
  4. bendende size tavsiye filmi muhakkak izleyin;hemen :)sonraki yorumunuzu merak ediyorum.Bende filmin melankolisi kaçmasın diye kitabı okumama tarafındayım.Bir kitabı okuduktan sonra filmi izlemek kafadaki imajinasyonu nasıl bozuyorsa,filmi izledikten sonra kitabı okumak benzer bir durum yaratıyor.Hatta daha kötü,tecrübeyle sabit ;)

    YanıtlaSil
  5. hmmm! senin durumun farklı kitabı okuma sürecinde filmden karelere resimlere falan bakmışsın.Holly'yi kafanda Audrey hepburn olarak canlandırmış olmalısın.Bak bu şekilde keyifli olabilir belki ;) iyi geceler..

    YanıtlaSil
  6. filmi ilk izlediğimde bayılmıştım. A.Hepburn bir tarafa yıllar sonrasının A-Team'daki captain Hannibal karakterini canlandıran aktörü (adı aklıma gelmedi işte:)) filmde tanımak hoş bir sürpriz olmuştu bana :)

    YanıtlaSil
  7. Merhabaaa :)
    Acaba sen bu Vikitaptaki ookuyankedi olabilir misin? :)
    Ben Audrey Hepburn'u çok severim :) Bu kitabı okumadım henüz ama filmini izlemiştim ve çok sevmiştim :)
    Keyifli okumalar :)

    YanıtlaSil