ömer seyfettin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ömer seyfettin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ocak 2011 Cumartesi

Ömer Seyfettin ile geçen 5 gün ve sonuçlar



Ömer Seyfettin ile son zamanlarda aramızda gelişen yakın münasebet sona erdi. En azından bir süre için. Bugün eve dönerken serviste uyuyakaldım. Uykusuzluğumun tek sebebi geceyi Ömer Seyfettin ile geçirmiş olmamdı. Uyudum ve rüyamda bozkırlarda beyaz atım üstünde adamlara oklar fırlattım sonra atımdan indim Nuruosmaniye Caddesin'de "Turan, Turan!" diye bağırdım. Ve işte o an anladım ki milli edebiyata biraz ara vermeliydim.


Seyfettin’i sevdim mi bilmiyorum. Anlatımını özellikle hikaye girişlerini çok beğendim. Sonra dönemin gerçekleri şiddet, kan, tacavüz, işkence ortaya çıktı ve beni çok yordu. Evet bunlar hikayelerde bolca yer alıyor (özellikle Balkan hikayelerinde). Benim okuduğum hikayeler 3 gruba ayrılabilir aslında: eski zamana ait kahramanlık hikayeleri, imparatorluğun son döneminde Balkanlar’da geçen hikayeler ve son olarak da günlük hayatla ilgili olanlar. İlk iki grubun hikayelerini gerçek anlamda anlamak ve yorumlamak için lise tarih bilginizden birazcık daha fazlasına ihtiyacınız olabilir, böylece değişen siyasi ajandaları hikayeler üzerinden takip edebilirsiniz. Benim keyifle okuduğum hikayeler son gruptan olanlardı. Beşeriyet ve Köpek, Fon Sadriştayn’ın Karısı ve Koleksiyon kesinlikle okunmayı hak ediyor.  

Ömer Seyfettin okumak bence zorlu bir süreç, en azından benim için öyleydi. Bunun birkaç sebebi var. Yazar her ne kadar düşüncelerinin propagandasını aleni bir biçimde yapmamaya çalışsa da okuyucu belirli bir noktadan sonra olayların çıkış ve bitiş noktasının “milli kimlik” olmasından sıkılabilir. Ben sıkıldım. Diğer bir sebep, bu zamana kadar bir çok kere tartışılmış olan yer yer şiddetin dozunun kaçması. Mesela Beyaz Lale’de artık bu durum o kadar can sıkıcıdır ki okuyucunun aklında ne hikayenin geri kalanı ne de yazarın vermek istediği mesaj kalır. Ben hikayeden çok uzaklaştım. Son olarak eğer dikkatli bir okuyucuysanız, Seyfettin’in sıkça kendisi ile çeliştiğini fark edebilirsiniz.

Özetlemek gerekirse, önümüzdeki bir kaç ay Seyfettin’in geri kalan hikayelerini okumayı düşünmüyorum. Daha önce bir yazarın eserlerini bu kadar kısa sürede bu kadar çok okumamıştım. Sanırım doz aşımına uğradım.

Ömer Seyfettin güzel başlayan bir güne daha fazla neşe katmayı ya da içinizi sıcak duygularla doldurmayı vaad etmiyor. Fakat sizi şaşırtmayı kesinlikle çok iyi başarıyor.



Görsel http://omerseyfettin.uzerine.com dan alındı. Ömer Seyfettin bence en sağdaki.

14 Ocak 2011 Cuma

Kukla kafa



"Gelen Rum garsondan bira istediler. Gayet şık, nazik ve centilmen Rumlar kadınlarıyla beraber masalarda oturuyorlar, yüksek, fakat işitilmez sesleriyle durmadan konuşuyor ve gülüşüyorlardı. Adalardan gelen bir vapur, dursa batıp boğulacakmış gibi silkavi bir acele ile yüzüyor ve denizin açık mavi sathında beyaz ve dalgalı bir çizgi ürpertiyordu. Mahmut fesini çıkardı; başı tıpkı tahtadan bir kukla kafasına benziyordu. Sivri ve eğri büğrü idi. Elleriyle siyah ve yapışık saçlarını düzeltti."

Ömer Seyfettin, Boykotaj Düşmanı




Kuklayı http://kukla.tv den aldım. Türkçe'ye kukla kelimesi bu karakterin adından geçmiş olabilir mi acaba?

13 Ocak 2011 Perşembe

Ah o lanet buldok!


"Sabah yemeğini muhtazır ve müteezzi bir adam iştahsızlığı ile yedim. Kahvemi içtikten sonra güverteye gezmeğe çıktım. Kıç tarafta bir şezlonga uzanmış onu gördüm. İğrenç bir tuluma benzeyen buldok yine kucağında idi. Fena halde canım sıkıldı. Bu kadar güzel ve genç bir kadın bu pis köpeği nasıl kucağına alır ve sevebilirdi?... Canımın sıkıntısı müphem bir hiddete tebeddül ediyordu. Bu tabiatsızlık, adilik değil miydi? Yanına gitmek, kucağından zorla bu çirkin ve pis köpeği almak, güzelce dövmek, sonra denize fırlatıp atmak istiyor ve bunun neticesini düşünerek hemen hemen yapmağa karar veriyordum. Ne olacaktı? Benden zarar ve ziyan davası ederdi. Başka? Hiç. Fakat ben bu köpeğin haksız yere nail olduğu bu muhabbet-i nabecanın intikamını almış olacaktım. Tekrar muhakeme ettim. Muhakememi tevsi ettim. Ben bu köpeği şüphesiz kıskanıyordum."


Ömer Seyfettin, Beşeriyet ve Köpek


Köpek şuradan alındı: http://reneelouiseanderson.tumblr.com/

11 Ocak 2011 Salı

Pupa yelken gemiler bekleyen yaşlı forsa


"Badem bahçesinin yanı geniş bir bağdı. Beyaz taşlardan yapılmış kısa bir duvarın ötesinde zeytinlik, ta vadiye kadar iniyordu. Bağın ortasındaki viran kulübenin kapısız methalinden bir ihtiyar çıktı. Saçı, sakalı bembeyazdı. Kamburunu düzeltmek istiyormuş gibi gerindi. Elleri, ayakları titriyordu. Gök kadar boş, gök kadar sakin denize baktı, baktı.
     -Hayırdır inşallah!
Duvarın dibindeki taş yığınlarına çöktü. Başını iki ellerinin arasına aldı. Sırtında yırtık bir çuval vardı. Çıplak ayakları topraktan yoğrulmuş sanılacaktı. Zayıf kolları kirli tunç rengindeydi. Tekrar başını kaldırdı. Gökle denizin birleştiği dumandan çizgiye dikkatlice baktı. Fakat görünürde bir şey yoktu."

Ömer Seyfettin, Forsa

*forsa: eskiden gemilerde kürek mahkumu olan esir

Seyfettin bugün keyifsiz. Siz nasılsınız?


30 Teşrin-i sani, 1319, Pirbeliçe


"Bu sabah şiddetli bir baş ağrısı ile uyandım. Hava çok soğuk... Islanmış keten çadırın üzerine düşen yağmur damlaları gizli ayak sesleri gibi tuhaf bir gürültü çıkarıyor; bana intizamsız adımlarla sisler içerisinde ilerleyen perişan bir tabur tahayyül ettiriyor. Okumak istiyorum bavulu açmağa üşeniyorum. Masa yok. Sandalye yok. Zaten yatağın üzerinde okuyamıyorum. Bağdaş kurmak, yahut yüzükoyun yatmak lazım. Bu iki vaziyet de beni yoruyor."

 Ömer Seyfettin, Nakarat