22 Mayıs 2011 Pazar

10 Haziran'a kadar kapalıyız...


Ödevler
Tercümeler
Raporlar
Yazılar
Finaller
Başvurular
Ev taşıma

10 Haziran civarlarında, tekrar görüşmek üzere...

17 Mayıs 2011 Salı

Sıradaki Yazar...


Arthur C. Clarke

Pek yakında...

Sürücü Koltuğu - Muriel Spark


Son zamanlarda okuduğum en garip ve en bir şey (henüz sıfatı bulamadım) kitap hakkında bir yazı okumaya var mısınız? Pişman olmayacaksınız.

Birkaç hafta önce kitap alırken, raflar arasında dolanırken, ya cebimdeki para yetmezse kasada rezil olursam diye düşünürken, *pat* diye bu kitap düştü rafın birinden ayaklarımın dibine. Büyük olasılıkla aceleyle özensiz bir şekilde konmuş kitabın kendi kendini balık istifinden azad edişiydi. Elime aldım, Muriel Spark. "Ne garip isim, daha önce hiç duymadım" diye geçirdim içimden. Sonra hoşuma gitti, nedensiz. Aldım. Param da yetti.

Muriel Spark Edinburgh, 1918 doğumlu bir yazar. İskoç asıllı bu yazar, The Times'ın 1945'ten Bu Yana En Başarılı 50 İngiliz Yazarlistesinde yer almış. 2006'da Floransa'da öldüğünde ise, arkasında birçok eser bırakmış. Güzel bir kadın, fotoğraflarına bakınca. Ama sanki biraz garip...


1970 yılında Driver's Seat adıyla orijinali basılan bu kitabı 1990 yılında Remzi Kitabevi yayınlamış. Nihal Yeğinobalı tarafından çevrilen bu kitapta, çeviriden ötürü oluşmuş göze çarpan mantık hataları var. Muriel Spark'ın ilk defa Türkçe'ye çevrilmiş olması biraz da olsa bu eksikleri görmezden gelmenizi sağlayabilir. Türkçe'ye çevrilen, benim bildiğim kadarıyla diğer kitabı da Avutucular. Maalesef çeviriler 2 kitap ile sınırlı kalmış.

Kitaba geçmeden önce, kitabın filminden bahsetmek istiyorum. Aslında vaktim olsa, bu yazıyı bir de filmi izledikten sonra yazmak isterdim, maalesef mümkün olmadı. The Driver's Seat adıyla bilinen filmin başrollerinde Elizabeth Taylor ve Andy Warhol var. Merak ettiniz öyle değil mi? İsterseniz Youtube'dan izleyebilirsiniz. Film, Taylor'ın en kötü filmi olarak bilinse de, ben bunu kitabın kaotikliğine bağlıyorum. İzlediğim parçalardan anladığım kadarıyla, "en kötü" yaftasını hak etmiyor.


Bazı kitaplar var, okuyorum, yazıyorum ve bir şekilde size neler hissettiğimi anlatabildiğime inanıyorum. Bu sefer de aynı yolu izleyeceğim fakat bu kitapta bunu ne kadar başarabilirim, bilemiyorum.

Kitapları türlere ayırmakta çok başarılı olmadığımı söylemiştim. Zaten bu etiketlerin aldığımız zevke en ufak bir etkisi dahi olmadığını düşünüyorum. Yine de tanımlayacak olursak, bu kitap genelinde psikolojik bir gerilim. Aralarda ne olduğunu çıkaramadığım kısımlar var.

Kahramanımız Lise. Avrupa'nın bir şehrinden. Şehri tam bilmiyoruz. Yaşını tam bilmiyoruz ama tahmin edebiliyoruz, 40'larında. Yaptığı iş muhasebeye benziyor. Birbirine uyumsuz renklerden oluşan kıyafetleri çok seviyor. Ukala satış görevlilerinden hoşlanmıyor. Elinde hep bir kitap taşıyor. "O" adamı arıyor. Kendi ölümünü tasarlıyor. 4 dilde "Öldür beni" diyebiliyor. Lise bir deli.


Spark'ın dili bana oldukça sıradışı ve ilgi çekici geldi. Okuyucu hikayenin içinde değil. Bu çılgınlar şovunu bir köşeden izliyor ve yapabildiği tek şey, merak etmek, ara ara koltuğunda huzursuzca kıpırdanmak. Spark ufak ipuçları veriyor, okuyucu oradan çıkarmaya çalışıyor Lise'in kim olduğunu. Aslında çok konuşmuyor Lise. Konuştuğunda da anlamlı söz öbekleri çıkmıyor ağzından. Ruhsal sorunları olan insanlar beni nedensiz bir şekilde korkutur. Nedensiz çünkü korkmak yerine yardımcı olmaya çalışmak, halden anlamak gerekir. Korkak bir insan oluşumun yanı sıra, beni en çok korkutan kopuk kopuk anlatımlarıdır. Lise korkutmadı beni. Belki kadın oluşu, belki zararsız oluşu belki de allı morlu bir elbisenin üstüne kırmızı beyaz boyuna çizgili yağmurluk giyen birinden bana zarar gelmeyeceğini düşündüğümden.

Lise'in geçmişinde bir akıl hastahanesi vakası var. Biraz çabuk sinirlenen bir kadın. Tatile çıkıyor. Hepimiz tatile çıkarız. Bir şeyleri unutmak için. O aramak için çıkıyor. Kendini öldürebileceğini düşündüğü adamı. Bir nevi intihar, hayat üzerinde kurulan otorite belki de. Son sahneler bugüne kadar okuduğum metinler arasında en iyilere girebilecek kadar iyi kullanıyor anlatım tekniklerini. Sırf bu son için dahi okumanızı öneririm.

Benim gönlümü fetheden ise, bir noktadan sonra şunu fark etmem oldu. Lise haricinde bahsi geçen Bayan Fiedke, aslında Lise'nin kendisi. Sadece hayalinde yaratılan bir dost, alışverişine eşlik eden hoş sohbet bir ihtiyar. Mesele Bayan Fiedke'nin satın aldığı hediyelerin hepsi Lise'in çantasından çıktı en sonunda. Birkaç sebep daha var ama onları bulması da size kalsın.


Kitap boyunca Lise o kadar yalnız ki, olay örgüsüne dahil olan birçok karaktere rağmen o hep bir başına. Kafası hep karışık. Ve siz aslında okuyucu olarak, psikolojik sorunlara sahip olmanın, hayatın normal akışının hep dışında kalmanın ne demek olduğunu Spark'ın yarattığı, birbirinden anlamsız diyaloglar ile hissediyorsunuz. Lise'in aklı bazen o denli karışıyor ki, o ana kadar geçen zaman diliminden rastgele kelimeler seçip, bir arada kullanıyor. Siz sadece şaşırıyorsunuz.

Aslında kitabın ortalarında Lise'in öleceğini öğreniyorsunuz. Sadece ne zaman ve ne şekilde olacağından habersizsiniz. Siz onun ideal sevgiliyi aradığını sanarken, aslında o ideal ölümü arıyor. Buluyor ve kendi mutlu sonuna ulaşıyor.


Kitabın genelinde, insanlara bir ruhsuz olma hali etkin. Yüzeysel konuşmalar, sürekli yapılan alışverişler, kadının bedeninin sadece seks için akla gelmesi vb. Tüketim çağı ve liberal düzene ağır eleştiriler getiren bir kitap bu. Belki de artık sadece kendi bedenimiz üzerinde hakimiyetimiz var. Lise'in öyle. Tecavüz girişimlerine, ısrarcı seks tekliflerine karşı koyuyor. Bazen kaba kuvvetle, bazen sözleriyle. Her şeyden kolaylıkla kopan, tek bir şey haricinde her şey hakkındaki fikri sanki uçuşan toz tanecikleri gibi. Havada. Fakat kendi bedeni üzerindeki kontrolü inanılmaz. Sonunda kendi sonunu da böyle getirmiyor mu?

Adilleri ve zalimleri aynı oranda aydınlatan avizelerin ışığı altında Lise, çoğu zaman. Kimse onun umrunda değil. Tek isteği bir an önce gitmek. Peki neden intihar etmiyor? Neden bir adama öldürtüyor kendini? Ben bu soruya cevap bulamadım. Ve neden kesinlikle ilşkiye girmek istemiyor bu adamla? Öldükten sonra buna izin vermesi sizce de garip değil mi? Belki tüm bu sorulara siz bir cavap bulursunuz.


Ben böyle dolambaçlı kitapları seviyorum ve bu kitabı gerçekten okumanızı öneririm. Farklı tarzlar ve üsluplar denemek her zaman güzeldir. Kim bilir, belki seversiniz. En azından kitabın adının neden Sürücü Koltuğu olduğunu öğrenmek için dahi okunmaya değer.

"Öldür beni," diyor Lise ve bunu dört dilde yineliyor.

11. Mini anket sonuçlandı!


Herkese merhaba,

11. anketimiz sonuçlandı da nasıl sonuçlandı? Cuma, belki fark etmişsinizdir, Blogger'ın kafası biraz karıştı. Ankete katılan sayısı bir anda 40'lardan 86'ya çıktı. Bir an için sevinçten kalbimin hızlı hızlı çarptığını itiraf etmeliyim. Ama sonra acı gerçekler yüzüme vuruldu. Neyse. Bence sayılar karışmış olsa da, oranlarda bir değişiklik yok, buna göre yorumlayabiliriz.

Tabi bir de bu güzel sorunun yaratıcısı Engin'e en büyük teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Böyle hoş bir sorunun Blogger'ın anlık gelgitlerinden birine kurban gitmesi, ayrıca üzdü beni.

Veeee! İnanılmaz bir şey oldu. Sayılar düzelmiş. Neyse yazının başını silmiyorum hiç, görün ne kadar üzüldüğümü.

Gelelim soruya:

"Kitaplığınızı neye göre düzenlersiniz?"

Anketimize 48 kişi katılmış.

Tür: 14 kişi
Yazar: 13 kişi
Rastgele: 9 kişi
Okuma Sırası: 5 kişi
Yayınevi: 4 kişi
Dil: 2 kişi
Renk: 1 kişi

Ben rastgele sıralayanlardanım son zamanlarda kitaplarımı. Bugüne kadar sürekli ev değiştirdim. Bu nedenle de sabit, ayakları yere basan köklü bir kitaplığım olamadı. Fakat annemden kalan alışkanlık bu olsa gerek hep karışık durdu kitaplarım. Aslındaa böyle olmasını da daha çok seviyorum. Bir süre sonra bir ahenk çıkıyor ortaya. Sevgi Soysal ile Mary Wollstonecraft omuz omuza dururlar, Karl Marx'a Kafka eşlik eder. Sonra birileri kurcalar kitaplığımı, bir bakarım Sartre'ın yeni dostu Ahmet Hamdi Tanpınar olmuş. Hayalimizde dahai yanyana gelemeyecek bu isimleri omuz omuza görmek hoşuma gider, bırakırım dağınık kalırlar.

Çoğu kişi tür demiş. Açıkçası ben türlere göre ayırmada hiç başarılı olamadım. Mesela bilemedim Tezer Özlü hangi sınıfa girer? Maksim Gorki necidir? Bu nedenle türlere göre ayırmak benim kafamı biraz karıştırıyor ve bunu büyük bir titizlikle yapanlara hayran kalıyorum.

Yazarlara göre ayırmak bence oldukça mantıklı, ararken bir kitabı oldukça rahatlatıcıdır. Yayınevi ve okuma sırası arkadaşlarımda sıklıkla gördüğüm sıralama biçimleri. Bence bunlar da oldukça düzen yanlısı seçişler, yapanları tekrar tebrik ederim. Dile göre ayırmak, çok dilli okuyucular için eminim olmazsa olmazdır. Yoksa kitaplık içinde kolayca kaybolabilirler.

Ah! Sanat sevdalısı, kitapları renklerine göre ayıran sevimli insan. Kimsin sen acaba (: Gerçekten güzel bir şey bence bu yaptığın ve mümkünse kitaplığının bir fotoğrafını görmeyi ben ve geri kalan tüm renksiz, sıradan okurlar çok isteriz (:

Bu anket de bu kadar!

Katılan herkese teşekkür ederim, yine beklerim.

Sevgiler.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

8 Mayıs 2011 Pazar

Sıradaki yazar...


Muriel Spark.

Çok yakında...

10. Mini anket sonuçlandı!


Herkese merhaba,

Anketler aldı başını gidiyor. 10. bitmiş bile. Ben hala çok keyif alıyorum bu durumdan. Sizlerden soru geldikçe, daha da çok seviniyorum. Bu soru Photographis'tendi, anket konusunda gittikçe ustalaşan kendisine teşekkür ediyorum. Her ne kadar hedefimiz olan 60 katılımıcıyı 3 kişi ile kaçırmış olsak da, 57 rekorumuzu kırmaya yetti de arttı bile. Şimdi sorumuzu hatırlayalım:

Kitap yazsanız birine ithaf eder misiniz?


Ankete 57 kişi katılmış
43 kişi elbette ithaf ederdim, ayrıca memleketteki amcamlara da buradan selam söylemek istiyorum demiş
14 kişi ise ben kendi kendimi var ettim, ithaf da neyin nesi demiş

Kızmayın, alınmayın. Eğleniyoruz şunun şurasında...

Ben "evet" şıkkını işaretleyenlerdendim. Nedeni de çok basit, benim için özel olan insanları mutlu etmeyi seviyorum. Kime ithaf ederdim? Büyük olasılıkla bana kitap okumayı sevdiren ve çocukluğum boyunca bana bakan anneanneme ithaf ederdim. Sonra o kitap tüm ailede elden ele dolaşır en son da ithaf ettiğimi belirttiğim sayfa açık duracak şekilde, anneannemin çeyizlik kristallerinin durduğu büfede yerini alırdı.

Birine ithaf etmenin altında başka bir sebep de yoktur herhalde, yazarın gönül borcunu ödemek istemesinden başka. Son zamanlarda okuduklarımı geçiriyorum da aklımdan, çoğu ailesinden birilerine ithaf etmişti. Çok nadir evcil hayvanlara ithaf edilen kitaplar okuduğumu da hatırlıyorum. Her neyse...

Belki de günün birinde bir kitap yazmak size yarın Ay'a gitmek kadar uzak bir fikir. Ama yine de yazsam kime ithaf ederim diye düşünmek güzel. Neden güzel? Çünkü sevdiklerinizi aklınızdan geçirmek dahi yüzünüzü güldürür. Onların yüzünü güldürmek için kitap yazmayı dahi düşünebilirsiniz. Öyle değil mi?

Sevgiler.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Ve karşınızda...

Ta daaaaaaam.

http://www.yaraticiyazmaatolyesi.blogspot.com/

Beklerim.

not: İlk konu yarın.

Dikkat Dikkat!



Birçok yerden Yaratıcı Yazma Çalışmaları'na katılmak istediğinizi belirttiniz ama benim ufak bir liste oluşturmam için acaba Pazar (8 Mayıs) gününe kadar okuyankedi@yahoo.com adresine mail atabilir misiniz? Böylece bu konudaki haberlerde her yeri işgal etmemiş olurum, sadece gruba atarım. Bu tarihten sonra da elbette katılabilir ya da ayrılabilirsiniz, bir bağlayıcılığı yok da ben sadece elimde bir liste olsun istiyorum, arada habersiz yoklama alırım belki (:

not: her haftanın konusun bir birincisini seçelim mi? nasıl seçelim? gibi sorular hala cevapsız... benim aklıma eğer böyle bir seçim yapacaksak, her hafta birimiz jüri olsun fikri geldi ama siz ne dersiniz bilmiyorum. Ayrıca herkesin yazdığı nerede toplanacak?

İsterseniz sadece yazalım, sonra da uzayın derinliklerinde kaybolsun (:

3 Mayıs 2011 Salı

Yaratıcı Yazma Çalışmaları - detaylar!


Dünden beri anladım ki, böyle bir şey yapmak isteyen çok insan varmış. Ne hoş (: Hatta kül tablası örneği üzerinden bir şeyler yazıp yollayanlar bile oldu! Çok da keyifliydi okumak. Onlara ayrıca teşekkürler. Gelelim detaylara. Her ne kadar en erken önümüzdeki hafta başlayabileceğimizi düşünsem de, biraz daha netleştirebiliriz sanırım. Hem önümüzdeki haftaya kadar belki daha fazla kişi duyar ve katılır.

* Konuları 1 ya da 2 haftada bir duyurmayı planlıyorum. Her hafta bence biraz yorucu olabilir o nedenle ben 2 haftada bir yapalım derim. Ne sıklıkla konu duyurulsun hakkında bir anket yapalım biz en iyisi?

* Hem buradan hem Twitterdan hem de Tumblr'dan duyuruyor olacağım.

* İster her konuya, ister kendi seçtiğiniz konular üzerine yazabilirsiniz. Ya hep ya hiç gibi bir kuralımız yok.

* Yazdıklarınızı kendinize saklayabilirsiniz. Bana yollayabilirsiniz, ben okumaktan keyif alırım. İsterseniz kendi bloglarınızda yayınlarsınız. İsterseniz her konu için en beğenileni seçeriz ama bu kısım biraz karışık. Bu konuda önerilerinizi bekliyorum.

* Açıkçası bunu hepimiz eğlenelim, yazmanın keyfine varalım diye yapmak istiyorum. Bu nedenle birinci seçmek elbette bizi motive eder ama bunu ben yapmak istemiyorum. Otorite kesinlikle değilim (: Fakat bir şekilde seçtiklerimizi blogumda seve seve yayınlarım.

* Öykülerin belirli uzunlukları olmayacak. Aslında bu işin püf noktası zaman. Benim konu ile belirteceğim zaman limitine uyarsak hem ortaya upuzun destanlar çıkmaz hem de keyifle birbirimizinkini okumaya fırsat buluruz. İşin güzel yanı, eğer güzel bir şeyler yazıyor gibi hissederseniz, bunu istediğiniz gibi uzatırsınız, boş zamanlarınızda üzerinde oynayabileceğiniz bir metniniz olur. Ama bana orijinali, yani zamanın limitli olduğu halini göndermek şartıyla.

* Bu tür çalışmalar genelde düz yazı çalışmaları olarak biliniyor. Elbette şiir, karşılıklı konuşma vs. kapımız her zaman açık!

* Teslim tarihi gibi bir şey olmasın bence. Ama seçim yapacaksak aralarından o zaman gerekli. Fakat benim okumam için yollamak isterseniz, istediğiniz zaman istediğiniz konu için yazınızı yollayabilirsiniz.

* Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Sizin aklınıza gelen başka bir şey varsa, bekliyorum.

Sevgiler.

not: kitap yazılarım elbette devam edecek (:

Yeni fikirler, yanan ampüller!


Bunun bir kitap yazısı olmasını inanın ben de isterdim ama size güzel haberlerim var. Önce açıklamamı yapayım da bana kızmayın. Son 1 haftadır, üçer saatlik uykularla yaşıyorum. Evimi görseniz, ağlarsınız. Yerlerde halı yerine kitaptan, kağıttan yer kaplamaları oluştu. Neyse, bu Perşembe en geç özgürlüğüme kavuşacağım diye umuyorum.

Gelelim haberlere.

Aslında benden çok, son birkaç anketimizin de temelinde yatan kişi yani Photographis (Marvin the Martian) aklıma soktu tüm bunları. Aslında onunla konuştuklarımız birazdan bahsedeceğim şeyden daha farklı, daha güzel, ama şimdilik plan-proje aşamasında. Kim olduğunu merak ediyorsanız tıklayabilirsiniz, ya da şuraya tıklayabilirsiniz belki zaten tanıyorsunuzdur. Buradan da ona tekrar teşekkür etmiş olurum (:

Lafı daha fazla uzatamazdım sanırım...

Şöyle ki, ben geçen senelerde Yaratıcı Yazma Atölyelerine katıldım. Ve inanılmaz derecede çok keyif aldım, yeni insanlarla tanıştım en çok da kendimi tanıdım. Sonunda ne oldu? Bir anda roman ardına roman yazan biri elbette olmadım ama kendi dilimi az çok tanıdım. Şimdilerde buna tarz diyorlar... Neyse. Diyeceğim şu ki, bu tarz atölyelere belki zamanınız olmadığı belki de farklı nedenlerden ötürü katılamıyorsunuz. Haklısınız. İsterseniz buradan, benim aklımda kalan, bildiğim, duyduğum çalışmaları yapabiliriz. Nasıl mı oluyor?

Her çalışma için bir konu belirleniyor, bunlar genelde çok çok eğlenceli şeyler oluyor. Sonra da bir zaman limiti konuyor. Maksimum 1 saat. Sonra başlıyorsunuz yazmaya, elinizi kağıttan kaldırmadan, takır takır. Ne imla hataları, ne devrik cümleler. Hiçbirinin önemi yok. Önemli olan sizin sadece yazma eylemine odaklanmanız. 1 saat içinde yazacaksınız mesela, ama tabi biz 1 haftalık bir süre koyarız, siz ne zaman o bir saati ayırıp tamamlarsanız, o zaman yollarsınız ya da kendinize saklarsınız.

Sizi birazcık daha heveslendirmek için bana verilen ilk konudan bahsedeyim. Verilen süre 30 dakikaydı. Projektör ile duvara bir görsel yansıtılmıştı. Bir kül tablası ve içinde onlarca sigara izmariti. Gerçekten iğrenç bir görüntüydü. Görev, bu izmaritleri dünyanın en lezzetli yemeği gibi anlatmaktı. Ama kurallar var. İzmarit bildiğimiz izmarit, yani tüm o kokusu, tadı, rengi ile lezzetliymiş gibi anlatmalısınız. Bunu belki ufak bir öykünün içine yerleştirebilirsiniz belki de sadece betimlersiniz. Size kalmış...

Sonra ne yaparız? İsterseniz bana yollarsanız, ben her zaman okumaktan zevk alırım. İsterseniz her çalışmada aramızdan biri sırayla jüri olur, birinci seçeriz, blogda yayınlarız. Ya da bir şey yapmayız, yazar kendimize saklarız. Önerilere açığım...

Açıkçası bunu hayata geçirirsek bence çok eğlenebiliriz. Yazar değiliz, kitabımız basılmadı, hayranlarımız yok. Ama hepimiz cümle kurabiliyoruz, bol kıvrımlı beyinlere sahibiz. Üzerimizde hiçbir baskı olmadan, sadece eğlenmek için bir şeyler yapabiliriz.

Sizden haber bekliyorum!

Kedi.