28 Kasım 2012 Çarşamba

Romanı Konuştular - Özlem Fedai (haz.)


"Walter Benjamin romanın önemini, 'başkasının kaderini belki de öğretici bir biçimde bize sunmasında değil, kendi kaderimizden asla sağlayamayacamız, bir yabancının kaderini tüketmiş olan alevin verdiği sıcaklıkla ruhumuzu ısıtmasında' bulur. Ona göre okuru romana çeken, ürpertilerle dolu hayatını, okuduğu bir ölümle ısıtma umududur." (s.9)

Roman kuramı epeydir ilgimi çeken bir konu. Tahminen artık bildiğiniz üzere, ilgimi çeken diğer bir konu ise romanın siyasetle arasında varolan ilişki. Hal böyle olunca, bu konulara dair ne var ne yoksa okumaya çalışıyorum. Ancak birazdan bahsedeceğim derlemeyi okumam biraz daha öncelere dayanıyor. 

Romanı Konuştular da uzun süre elimde dolaştırdıktan sonra bitenler rafına koyabildiğim bir kitap. Zaten bu kitabı bulup satın alma süreci de epey zorlu geçmişti. Hem İzmir'de hem İstanbul'da aramış, bir süre sonra İzmir'de bulabilmiştim diye hatırlıyorum. 

Şöyle ki, bu kitap bir derleme, Özlem Fedai epey gerilere gidip, çeşitli yazarların röportajlarını bir araya getirmiş. Epey yazar var. Elbette hepsi aynı derecede ilginizi çekmeyecektir ancak mutlaka tanıdık birilerini bulacaksınız diye düşünüyorum ben. Açıkçası röportajların yarısından fazlası benim ilgimi çekmedi. Her ne kadar yazarların yazma eylemini konuşuyor olmaları ilginç ve okunası olsa da, hiç bilmediğim romanlar hakkında bu romanları yazan kişiler konuşunca ben biraz sıkıldım. 

Okurken epey keyif aldığım röportajlar Halide Edip, Kemal Tahir, Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk ile yapılmış olanlardı. Bir fırsatını bulursanız bakın derim. Bu arada belirteyim, her bir röportajı yapan farklı kişi. Zaten tek kişi olsa hem Halide Edip hem Elif Şafak ile röportaj nasıl yapsın.

Açıkçası bu kitabın içinde röportajlardan çok sevdiğim ve faydalı bulduğum yer, Fedai tarafından kaleme alınmış önsöz oldu, ki bu kısımda 19. yüzyıldan başlayarak Türk edebiyatına dair bir özet sunuluyor. Çok uzun ve detaylı olmasa da bence iyi.

Yayınevine gelecek olursak, Sütun Yayınları'ndan çıkmış bu kitap. Ben ilk defa bu kitap sayesinde duydum adlarını. 

Romanın görselini ararken şöyle de bir tanıtım videosu buldum.

Bu kitabın bir de Şiiri Konuştular versiyonu var sanırım. İlginizi çekerse, aklınızda bulunsun.

26 Kasım 2012 Pazartesi

Yarım kalan kitaplar listesi

Daha önce defalarca şu kitap yarım bırakma işinden konuştum. Tekrarlayacak değilim. Sebebi ne olursa olsun (kitabı beğenmeme, iş-güç yoğunluğu, başka kitaplara kapılmak vs.) içim rahat etmiyor oralarda bir yerlerde kitap yarım bırakınca. Ben iki evde yaşıyor gibiyim. Bir İzmir, bir de İstanbul. Esas büyük kitaplık İzmir'de ama aktif olan kitaplar (ne de güzel tabir buldum) İstanbul'da, yanımda, liste de sadece buradaki yarım kalanlardan oluşuyor zaten.

Bu listedeki kitaplar esasında epey iyi kitaplar. Zaten hiçbirini de sıkıldım diye bırakmadım. Sadece aynı anda çok fazla kitaba dalıyorum. Akademik okumalar, tez okumaları, keyif için okunanlar...

İlginç olan, bu listedeki ilk iki kitabın yazdan beri okunmamış olmamasının sebebi de bitmelerini istememem, çünkü çok güzeller.


Liste şudur:

Yürüyen Şato - Diana Wynne Jones
Üç Kadın - Robert Musil
Katalonya'ya Selam - George Orwell
Şeyler - Georges Perec
Kadınlığın 21 Hikayesi - Murathan Mungan (der.)
Bliss & Other Stories - Katherine Mansfield
Adını Unutan Adam - Mehmet Eroğlu

Dev Şeftali - Roald Dahl

Çocukluğuma dair hatırladığım beş tane şey varsa, bunlardan biri kesinlikle Roald Dahl'dır. Abarttığımı sanabilirsiniz, lakin gerçekleri söylüyorum.

İngilizce'yi Türkçe ile beraber öğrenmeye başladım. Başlar başlamaz da kitaplara saldırdım. Saldırıp da elimden bırakamadıklarım elbette Dahl amcanınkilerdi. Hatta nereye gitsem yanımda taşıdığım bir fotoğraf vardır ki şöyle, kış gecesi, ben 7 yaşımdayım, tepeden tırnağa annem ve anneannemin ele ele verip ördükleri yün örgüler içerisindeyim. Ortalama bir elma boyutunda olan yanaklarım yünün de verdiği sıcaklıkla fosforlu pembe olmuş. Benim bir elimde Dahl'ın romanı The BFG var, diğer elimde babamın bir iş gezisinden dönerken bana aldığı elektronik sözlük, önümde de devasa bir meyve tabağı. 

Dahl deyince akla bir de onun tüm kitaplarını resimleyen Quentin Blake geliyor. Bana küçükken hep sanki çok yakın arkadaşlarmış gibi gelirdi. Aynı evde yaşarlar ve bütün sırlarını birbirlerini anlatırlar. Galiba gerçekten dosttular ancak daha fazla detay bilmiyorum. Blake'in işin içine dahil olması, kendine has çizgilerle Dahl'ın hikayelerini süslemesi, galiba görsel olarak da bu yazarın, kitaplarının hafızama çıkmamak üzere kazınmasına sebep oldu, iyi ki de oldu.

Ben Dev Şeftali'yi çok severim. Çarli'nin Çikolata Fabrikası'ndan çok, Matilda'dan az. Matilda gerçekten çok özel bir kitaptır benim için, belki gün gelir ondan da bahsederim. Şimdilik şeftalimize geri dönelim.

Bendeki Dev Şeftali artık epey yaşlı. 1998 yılında 1.000.000 Lira'ya almışız. Ön kapakta da kırmızı bir kalp stickerı var. Neden? Çünkü ben küçükken sevdiğim kitapların üzerine kalpli sticker yapıştırırdım. Bu kitabı aldığımız gün bir solukta bitirdiğimi hatırlıyorum. Peki neden bahsediyor bu kitap?

Bu esasında James'in hikayesi. Tam adıyla James Henry Trotter. James'in anne babası, hayvanat bahçesinden kaçan bir gergedan tarafından yutulmuşlardı ve bu yüzden o da birbirlerinden beter iki teyzesi ile beraber yaşamak zorundaydı. Kötü ebeveynler, ya da ebeveynlerin yokluğunda çocuklara son derece kötü davranan  yetişkinlere Dahl'ın kitaplarında sıklıkla rastlanıyor. Sebebi de açık sanırım. Yazarın hayat hikayesini okuduğunuzda kendisinin de benzer bir durumu deneyimlediği görülüyor. Her neyse. Peki ya saha sonra ne oluyor? James evin bahçesinde teyzelerinin ona verdiği görevleri yerine getirirken garip kılıklı bir adam ona bir iksir verioyor sonra aksaklıklar şunlar bunlar derken (çünkü bu tür şeyler çocuk kitaplarının olmazsa olmazıdır) James gitgide büyük bir hızla büyüyen bir şeftali ile karşı karşıy kalıyor. Şeftanin içinde onu daha akıl almaz şeyler bekliyor: insan boyutunda böcekler. Korkmayın hemen, bunlar görüp görebileceğiniz en cana yakın en komik yaratıklar. Sonra da macera başlıyor.

İlginç bir hikaye bu bana kalırsa. Mutsuz bir çocuğun düşü gibi. Çünkü sonunda ülke değiştiriyor James, bir sürü arkadaşı oluyor ve sonsuza dek mutlu yaşıyor. Bunun gerçek değil de bir hayal olduğunu düşünmek çok acıklı çünkü James'in haline gerçekten üzülüyorsunuz. 

Bana kalırsa en büyük sıkıntı kitabın sonuydu. "Ve böylece yolculuk bitti. Ama yolcular yaşamaya devam ettiler. Hepsi de bu yeni ülkede zengin ve başarılı oldu" (s.142) Şimdi mesele şu ki, bu yeni ülke Amerika olunca, Dahl da paragrafın devamında Kırkayak bir şirketin satışlardan sorumlu müdür yardımcısı olduğunu, İpekböceği'yle Örümcek Hanım ip üreten bir fabrika kurduklarını söyleyince, yüz kırkıncı sayfaya dek devam eden o naiflik şrankk diye parçalanıyor ve benim aklıma Amerikan rüyası/Kapitalizm'den başka hiçbir şey gelmiyor. Belki siyaset bilimci olmam artık çocuk kitaplarından dahi keyif almamın önüne geçmeye başlamıştır, kim bilir.

Demem o ki, Roald Dahl'ı sevin, sevdirin. Çevrenizdeki çocuklara okutun, uyarlama filmlerini izleyin, Quentin Blake'in çizimlerine bakın. Kısacası, yaşınız kaç olursa olsun, arada çocuk kitapları okumayı unutmayın.



Yazım yayınlandı.


Bilge Karasu'nun Gece romanı hakkında 
yazdığım yazım 
Maroon.com.tr ve Yazarkafe'de 
yayınlandı!
(:

Maroon.com.tr linki
Yazarkafe linki

Bu sefer siz kedilerinizi anlattınız.

Ben Ayı'yı anlattım ya hani, o yazının altına öyle güzel yorumlar bırakıldı ki, orada kalsınlar istemedim. Kediler ama kedileri anlatan yazılar da ayrı güzel galiba. Yazanların izinlerini bile almadan buraya kopyala-yapıştır yaptım. Umarım kızmazlar.


Ne güzel anlatmışsın... merakla okudum yazdığın her cümleyi.
Kediler hakkında ne bulursam okuyorum çünkü benim kedim bugüne dek -gerçek anlamda- sahip olduğum ilk kedi ve diğer kedilerin nasıl davrandıkları hakkında en ufak bir bilgim yok.
Senin kedinin yaptıklarını okuduğumda ki, senin söylediğine göre Ayı ortalama bir kediymiş, benim kedim kedi değil gibi geldi bir an bana.
Isırmayı bilmez, pati atmayı bilmez, hiç bir şekilde can yakmaz-acıtmaz, yemeklere hiç bir şekilde dokunmaz, biz ne yersek yiyelim dönüp bakmaz bile; varsa yoksa kendi mamaları.
Mamayı da bitirmez, iki lokma yer, gider oynar-uyur gelir tekrar yer. Hiç kilo sorunu olmadı.
Hiç kaçmaya çalışmaz, aksine, ben dışarı çıkması için kapıyı aralasam bile kafayı uzatıp bakar-içeri kaçar.
Hiç yaramazlık yapmaz, oyun saatlerinde zıp zıp zıplaması dışında.
Hiç bir eşyaya zarar vermez, tırnaklarını sadece kendi tırmalama aparatlarında kullanır.
4 aylıkken aldık, şu an tam 1.5 yaşında, geldiği günden beri böyle.
Acaba benim kızım mı gerçekten çok uslu bir kedi, yoksa bir sorunu var da ben mi anlamıyorum?
Ciddi ciddi soruyorum.
Ve, tabi ki, ayı ile sana upuzun -sevgi dolu yıllar diliyorum :)




Çok sevdim Ayıcığı, zaten o kadar sevimli ki maşallah, o pespembe burnuyla, sevmemek mümkün mü?
bizim kedi bize kendi patileriyle geldi, bir sabah bahçede bulduk. yetişkin kısırlaştırılmış bir dişi kediydi. tasması yoktu. evden mi atılmış, kendi mi kaçmış bilmiyoruz. o günden beri bizimle, annemle babamın ve tabii benim göz bebeğimiz oldu. şişko bir tekir. bütün gün uyur. orta yaşlı, 9-10 yaşında var rahat, o yüzden oyun huyu pek yok. sıcakta uyusun, sıcak yoksa benim ya da babamın kucağında saatlerce yatar. bazen de püsküllü birşeyler bulunca deli gibi koşup püskülü kovalar:) bazen yüzümü gözümü deli gibi yalar, hafifçe ısırır. kendince öpüyor herhalde. benekli göbeğine kafamı gömerim ben de her fırsatta:) her tarafını koklar öperim:)
ilk geldiğinde kedi mamasından başka bişey yemezdi. şimdi taze istavrit bulunca alıyoruz, onu çok seviyor. bir de evde tavuk yapınca ona da biraz veriyoruz. ama köfte hiç sevmez. kışın evden çıkmaz. yazın hep bahçede oturmak ister ama tabii gece hep eve alırız biz. ben işteyyim, bütün gün en çok annemle vakit geçirir. annemin dediğine göre her isteğini anlatıyormuş miyav miyav. mesela yastığını güneşli bir köşeye taşıtıyor veya elektrik sobasını açtırıyormuş.
hiç kedi arkadaşı yok, hep bizden birisi olsun ister yanında.
anneme göre o da arkadaşı olsun iki miyavlasın istermiş. o yüzden annem özenle bahçeye çıkartır, refakat eder kediş'e. (adı Kediş, hiç yaratıcı değiliz o konuda:) Ama kediş öbür edileri hiç sevmez, pek hırçın kız:)
kucağıma aldığımda yumuşacık kadife gibi ve tombilik,
sonra patileriyle bana sarılıyor ya...
dünyanın en güzel şeyi bence, kedi:)
kedi sevgisi başka şey.




Evet kesinlikle kediler insanları güldürmek için yaratılmış olabilir:) benim kedim 3 yaşında gri beyaz tüylü ve yeşil gözlü, kocaman gövdeli(fino kadar falan) erkek bir tekir kedi.. dünya tatlısıdır herkesin kedisi gibi , ama benim onda en çok sevdiğim aramızdaki uyum:) beni arkadaşı ya da akrdeşi falan sanıyor olabilir, çünkü evdeki herkesten farklı davranır bana, ben endişeliysem endişelenir mutluysam göbeğini açarak uyur stresliysem yada sinirliysem uzaktan izler beni, ama hep peşimde dolaşır, ben nereye gitsem ayrılmaz:) onsuz nası yaşıyordum diye düşünmeden edemiyorumm bazen çünkü sürekli onla konuşmaya o kadar alıştımki hahaha kedimle konuşuyorum bildiğin:) o da anlıyo gibi geliyo bazen haha.. kedini anlattıgın için teşekkürler bütün kediler harikalar ve bulundukları yere huzur getiriyorlar:)

Yardım İsteği ve Sorular: Elde Biriken Yazılar

Uzun süredir kitaplar üzerine yazılar yazıyorum. Kimi akademik, kimi yarı akademik, kimi deli saçması. Galiba artık dergilerde, orada burada yayınlansınlar istiyorum (kısmen daha elle tutulur olanlar). Ama ne yapılır onu da bilmiyorum. Mail attım dün birkaç dergiye, heyecanla cevap bekliyorum. 

Abilerim, ablalarım, nolur elimden tutun diyerek de bu yazıyı sonlandırıyorum. Şaka bir yana, sizce ne yapmalıyım?

Bu blogda çekiliş var!


Merhabalar,

Ben blogda çekiliş yapma işini epey sevdim. Bu yüzden yeni bir taneyi başlatıyorum. Tek yapmanız gereken blogu takip etmek ve bu postun altına yorum bırakmak.

Peki pakette neler var?

* El yapımı kanaviçe kitap ayracı
* Bir adet mektup
* Bir kitap
* Biraz daha ayraç* Ve birkaç minik süpriz daha (:



Bu arada yılbaşı çekilişi ayrıca düzenlenecektir, duyurulur.

Bol şans!

İnternetten kitap alışverişi yapanlara öneri.

Şimdi ben bu yazıda, daha önce bahsettiğim iki şey üstünden derdimi anlatmaya çalışıcam. Bu arda ben böyle çalışıcam, yapıcam, edicem yazınca bazılarınız kızıyor ama üzgünüm, çalışacağım, yapacağım yazmak istemiyorum, bu birincisi. İkincisi ben İzmirliyim. Her neyse. İki şey demiştik en son:

1. Instagram. Ben son zamanlarda epey eğelniyorum Instagram sayesinde. instagram.com/okuyankedi Çok da sevimli insanların fotoğraflarına bakıyorum falan filan. Hatta benim Ayı'nın minik bir hayran kitlesi oluştu bile. 

2. İnternet üzerinden kitap alışverişi. Daha önce de bu konu üzerine epey yazdım çizdim. Bu yazıda, kitap alışverişine de değineceğiz.

Peki bu iki konu nerede, nasıl bağlanıyor? Dün gece ben yine Instagram'da fotoğraflar arasında dolanırken, sevgili Şeyda'nın (segesegese.blogspot.com) işte yukarıda gördüğünüz tablosuna rastladım. Ve bana inanılmaz mantıklı geldi.

İnternette bir sürü kitap satış mecrası var. Ve fiyatlar garip bir şekilde çok değişken. Ben kaç kere bir yerden sipariş edip de sonrasında başka bir yerde en az 5 lira daha ucuzunu gördüm. Bu tür kazıklanmaları bir dereceye kadar ortadan kaldırmada çok etkili olabilir bana kalırsa Şeyda'nın yöntemini izlemek. Belki siz de çoktandır böyle şeyler yapıyorsunuz ama ben genelde çat diye alışık olduğum siteye girip siparişimi verip, bir güzel kazığımı yiyorum. Neyse ben size söylemiş olayım da, belki uygulamak istersiniz.

Sevgiler (:

25 Kasım 2012 Pazar

Bir kedi hikayesi: Ayı.

Şimdi ben bu yazımda, artık 9 aylık olmuş olan kedimden bahsedeceğim. Neden? Bilmiyorum. Çünkü aklım epey bir havada bu aralar, konsantrasyon sıkıntıları da çekiyorum. Kısacası, kitap yazısı yazacak durumda değilim. Bir sebebi de yok esasında, zaten biraz da kediden bahsetmek istiyorum.
Kediler garip yaratıklar. Herkesin çocuğunun özel, farklı ve bambaşka olduğu gibi herkesin kedisi de tektir, erişilmezdir. Açıkçası benim öyle bir iddiam yok, Ayı (kedimin adı) son derece ortalama bir kedi bana kalırsa. Aşağı yukarı her kedinin yaptıklarını yapıyor. Onu bu kadar çok sevmemin sebebi de bu zaten.
Öncelikle, Ayı inanılmaz yaramaz. Bu halinde henüz kısırlaştırılmamış olmasının da payı var tabii ki. 9 ay içinde 2 kez dördüncü beşinci kattan aşağı indi. Atlamadı, indi. İlk önce atladı sandık ama sonra düşündük ve dedik ki, eğer atlamış olsaydı bu halde bulamazdık onu. Bu hal dediğim de, üstü bile kirlenmemişti ama ufak bir detay: tırnakları epey kötü haldeydi. Bizim apartmanın bahçesi var ve bahçede de en az 70 yıllık ağaçlar. Bu yaramaz, pencereden en yakın ağaca atlamış, sonra da aşağı inmiş. Düşmemiş yani. İşte bu olay iki kere tekrarlandı. Artık çok dikkatli davranıyoruz. Korkunç dakikalardı.
 
Yaramazlığının en önemli bileşenlerinden birinin bu sürekli evden kaçma isteği olduğu söylenebilir. Başlarda çok üzülüyordum, herhalde beni sevmiyor, alışamadı diyordum ama sonradan pek öyle bir durum olmadığını anladım. Yine bu kaçma şeyinde de kısırlaştırılmamış olmasının payı büyük. Mesela eve yemek mi söyledik, kapıyı onu bir odaya kapamadan açıyoruz çünkü koşarak kaçıyor. Alt katlarda dolaşıyor.
 
Yaramazlıkları bir kenara, inanılmaz fazla yiyor.  7 günlük mama en fazla 4 gün dayanıyor. Veterineri de durumun farkında ve 1.5 yaşına kadar büyüyeceğini bize hatırlatıp, dikkatli olmamızı söylüyor. Kendi maması bir yana, daha küçükken bizim yediklerimize inanılmaz sulanıyordu. Diyelim pizza yiyoruz kokusunu aldı mı, koşarak masaya atlıyordu. Aylar boyu hiçbir şey vermeyip, bir de üstüne tersleyince bu yemek isteme işini epey azalttı ama hala peynir, kurabiye, salam ve özellikle de yemek sularına karşı koyamıyor. Esasında ben de eskisi kadar katı değilim. Ucundan kıyısından yediklerimden veriyorum.
 
Uyku düzenine gelecek olursak, gündüzleri uyumaya epey alışmış. Haftanın 3 günü sabah-akşam okulda oluyorum. O da uyuyor. En çok da manzaraya karşı yerleştirdiğim ütü masasında uyumayı seviyor. Ben gelince deliriyor haliyle. Geceleri çok sorunluydu eskiden. Hele ilk haftalarda kafama ince bir örtü örtmeden uyuyamıyordum çünkü direkt kafama atlayıp kemiriyordu. Şimdileri biraz daha sakin ama nedense benimle uyumuyor pek. Garip bir şekilde yerde uyumayı çok seviyor. Yumuşacık yatağı olmasına rağmen mermerleri, parkeleri tercih ediyor.
 
Garip huyları da yok değildir. İnanılmaz bir saç-sakal yalama delisi. Sabahları genelde beni 6'da uyandırıp sonra kendisi uyuyor. Eğer inatla uyanmazsam deliler gibi kumunu eşeleyip sinir bozucu bir ses çıkarıyor. Beni yemek yerken izlemeyi çok seviyor. Kafasını 90 derece yana eğip yapıyor bu işi. Dudağımı uzattığımda minicik yalıyor, yanağımı uzattığımda hart diye ısırıyor. Bazen dilini dişlerinin arasında sıkıştırıp, ağzı yarım açık beni izliyor. Biraz aptal görünüyor. Adını biliyor, ona bakıp konuştuğunuzda çok hoşuna gidiyor. Yerde yatarken tecihen arka patilerinden birini duvara dayıyor. Gövdesinden daha uzun bir kuyruğu var. Parmaklarının hepsi siyah, biri hariç, o pembe. Ayakkabıların üstünde, kafasını ayakkabılardan birinin içine sokup uyumaya bayılıyor. Plastik kaptan hayatta su içmiyor, su kabı yok, büyük cam bardaklardan biri onun oldu.
 
Tek bir sorunumuz var, çok ısırıyor. Oynamak ısırmak demek onun için. Hep değil ama sıklıkla durum bu. İnternette okuduğuma göre, annesinden eğitim almadığı için böyle olabiliyormuş bazı kediler. Galiba biz annesinden erken ayırdık Ayı'yı. Çözüm olarak da her ısırdığında ensesinden tutup burnunu yavaşça yere değdirmemiz, ve "yapma" dememiz gerekiyormuş. Çünkü anne kedi de böyle eğitiyormuş yavrularını. Bakalım, deniyoruz, umarım işe yarar.
 
Ayı böyle bir kedi işte. Umarım uzun yıllar hep benimle kalır.
 

21 Kasım 2012 Çarşamba

Şeftalinin üzerinde yolculuk yapmak


"Hiçbir yerden tek ses bile duyulmuyordu. Şeftalinin üzerinde yolculuk yapmak hiç de bir uçak yolculuğuna benzemiyordu. Uçak gökyüzünde patırtılar, gürültüler çıkararak hareket eder ve o kocaman bulut dağlarına gizlenmiş duran bir şeyler varsa, uçak gelirken koşup saklanırlar. İşte bu yüzden, uçakla yolculuk edenler hiçbir şey göremezler."

- Roald Dahl, Dev Şeftali

18 Kasım 2012 Pazar

Şipşak foto!


Instagram'a bir süredir fena halde sarmış haldeyim. Hem eğleniyorum hem öğreniyorum. Sizleri de beklerim (: 

11 Kasım 2012 Pazar

Bu Pazar akşamı için film önerileri.


Pazar akşamları bence film izlemek ve televizyon/laptop karşısında pineklemek içiçn yaratılmış. Hele şimdi havalar da soğumuşken battaniye şart. Benim masamda izlenmeyi bekleyen filmler şunlar. Aklınızda bulunsun.

Dirty Rotten Scoundrels
The Way We Were
Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi
Kırık Midyeler
Pi
Turtles Can Fly

Tekrar merhaba.


Bir süredir buraları epey boşladım sanırım. Sanırımı fazla, öyle. Sebebi de klasik, işler güçler. Ancak bugünden itibaren eski tempoma kavuşurum diye umuyorum. Hem yazacak şeyler de epey birikti.

Görüşmek üzere (: