31 Mayıs 2012 Perşembe

Bu Kitaplar Çok İlginç #2

Elif Şafak'ın Siyah Süt romanını 2008 yılının ilk ayında almıştım. Yani kitap piyasaya çıktıktan 2 ay sonra. Kitabın ismi beni cezbetmişti en çok. Ayrıca daha önce Elif Şafak okumamış olmam da bu taze kitabı almamda önemli bir rol oynamıştı. İyi ki almışım. Kapak çok kısa bir süre sonra -elimde, orada burada geze geze-eskimeye başlamıştı! İlk etapta ben öyle sanmıştım daha doğrusu. Fotoğrafta da gördüğünüz üzere siyah olan kısımlar silik duruyor. Ama bu bilerek yapılmış!Zira kitabın arka kapağında aynen şöyle yazıyor:

Bu kitap okunur okunmaz unutulmak için yazıldı. Suya yazı yazar gibi...
İşte kapaktaki silinmeleri fark ettikten sonra bu ifadede bir mesaj olduğunu anladım. Çok da hoşuma gitti doğrusu.

Elbette ki bu benim yorumum. Kapak bunun için özel olarak mı tasarlandı,yoksa bir hata sonucu mu böyle oldu tam olarak bilemiyorum. Ancak söylediklerimi göz önünde bulundurup kitabın kapağına bakarsanız siz de benim gibi düşünebilirsiniz.


Mina Türkoğlu'na çok çok teşekkürler!

Bu Kitaplar Çok İlginç #1

Kitap arkası yazısı: "Dolmuşun birim taşıma giderleri açısından otobüsle yarışabilmesi ve belki de onu geçmesi dolmuş sisteminin kendi içindeki emek sömürüsüyle sağlanmaktadır. Dolmuşçular düşük ücretler, tatilsiz, güvencesiz, uzun saatler çalışmaktadır. Uzun yıllardır kentte dolmuşçuluk yapanlar için elde tutulan plaka ve hat rantı bir emeklilik ödeneği, enflasyona karşı bir güvence niteliğindedir. Dolmuşçuluğa yeni girenler ise kısa süreli gelir sağlama, rant artışlarından yararlanma ve paranın değer yitirmesiyle borç yükünün azalması gibi çıkarları göz ününde tutarak bu işe girmektedirler. Ancak dolmuşçuluktan kar sağlayarak taşıt filosu kurabilenler çok azdır. Dolmuşçuluktan elde edilen artık değer yeni yatırımlara geçmeye, yeni bir örgütlenme düzeyine varmaya olanak tanımamaktadır. Dolmuşçuluk bir küçük girişimci uğraşı olarak varlığını sürdürmektedir."
- doğru söze ne denir...

"Bu Kitaplar Çok İlginç" serisi başladı!

Herkes merhaba,
Az önce ders çalışmaktan sıkılıp kütüphanede kitap rafları arasında dolaşırken epey ilginç kitaplar ile karşılaştım. Kimini ilk kez gördüm, kimi ne zamandan beri mimlenmişti tarafımdan. Aklıma da eğlenceli bir şeyler yapmak geldi, sizlerin de katkıları ile elbette.

Ne yapıyoruz?
Evimizde, kütüphanede, kitapçılarda gördüğünüz ilginç kitapların (ilginçliklerini konularına, adlarına, kapaklarına, vs. herhangi bir şeye borçlu olabilirler) fotoğraflarını çekip okuyanbirkedi@gmail.com adresine yolluyorsunuz. Sonra ben de yayınlıyorum burada. İster sadece fotoğraf ister yanına bir de yazı, ya da belki kitabın arka kapağındaki yazıyı ekleyebilirsiniz. Keyfiniz bilir.

Çok çok bekliyorum fotoğrafları. İlki de birazdan benden!

22. Mini anket sonuçlandı.

Anket biteli çok oldu ama yazısı anca yazılıyor. Her neyse, hiç yazılmamasından iyidir. Soru son derece basitti, bakalım katılımcılar ne demiş?
Ankete 68 kişi katılmış
60 kişi “hayır”, 8 kişi de “evet” demiş.
Kitapçılarda gezinirken her zaman çocuk kitapları bölümüne de bir uğrarım, kitapları açıp içlerini karıştırmasam da en azından bir kapaklara, isimlere ve yazarlara göz atarım. Ve sonra derim ki, vay be demek ki, ben de benim zamanımda böyle güzel şeyler yoktu diyecek yaşa gelmişim. Gerçekten de öyle ama. Güzel ve şanslı bir çocukluk geçirdim, bol bol kitap alındı bana. Ama sanki hem çeşit azdı hem de var olanlar tam da istediğim gibi şeyler değillerdi.
Küçükken, ki bu artık yıllar öncesi demek oluyor, en çok Gülten Dayıoğlu ve Thomas Brezina kitapları okudum sanırım. Bir de okulun devasa bir kütüphanesi vardı ve oradan çeşit çeşit İngilizce kitap alıyordum. Baby-Sitters Club, R.L. Stine’ın korkunç kitapları, Goosebumps... Bu heyecanlı ve ilgimi çeken kitaplar olmasaydı ne okumayı ne İngilizceyi bu kadar sevebilirdim. Bu açıdan şanslıydım.
Şimdiki çocuklar ne yapıyorlar peki? Popolarının üstüne oturabilmeye başladıkları andan itibaren bilgisayar, ipad, iphone ve bilimum elektronik aleti kullanabildiklerini biliyoruz artık. Peki kitaplar? Şimdi bu çocuklar böylesine ilerlemiş bir teknolojinin içine doğmuş olmalarından dolayı hiç mi Çocuk Kalbi, Pal Sokağı Çocukları ya da Küçük Prens okumayacaklar? Hiç mi birbirleriyle kitap değiş tokuş etmeyecekler? Bu kaygı ve üzüntümün sebebinin inanın pedagojik ya da entellektüel bir tabanı yok. Ben sadece yeni neslin de bu zevkleri tatmalarını isterim sanırım.
Anketin sonuçlarından da anlaşıldığı üzere durum pek de iç açıcı değil. Hayıflanmak yerine sanırım okumayı bir ödev ya da zorunluluktan yapılan bir iş gibi görmemelerini, keyifli bir eylem olarak algılamalarına yardımcı olmak çocukların.
Ya da bir kaçış noktası olarak diyebiliriz ki, herkesin hür iradesi değil mi? İster 10 yaşında olsun ister 40. Bırakınız yapsınlar...
Ama yine de yapmasınlar bence. Sevsin çocuklar okumayı. Okumaktan zarar gelmez.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Finaller ve mutsuzluk.

Final dönemleri her zaman sıkıntılıdır benim için. Dört senelik lisans eğitimim boyunca hep çok çalıştım. Şimdi geriye bakınca anlıyorum ki çalışmaktan başka pek de fazla şey yapmamışım. Asıl çalışmam gereken yüksek lisansta bu kadar rahat olmamın sebebi o çok çalışmanın getirdiği sıkkınlık bile olabilir. İşte o dört yıl boyunca benden de çalışkan bir erkek arkadaşım vardı ve final dönemleri genelde kütüphanede çalışarak geçerdi. Buna alışmıştım. Yorulurdum, kavga ederdik ama bir şekilde de hallolurdu her şey. Şimdi çok farklı yüksek lisansta. Öncelikle artık sınav falan yok. Üzerinde sürekli çalışman gereken, teslim saatine göre bin kere üzerinden geçebileceğin ve hiçbir zaman tam istediğin gibi yazamadığın essayler (makaleler) var. Sınav olsa, konu belli, kitap belli, açar çalışırsın. Essay yazmak ise tamamen farklı, çok daha yorucu ve sıkıcı yer yer. 

11 Haziran son essayimin teslim tarihi. O Pazartesi’ye kadar yazmam gereken 4 essay var, toplamda 100 sayfa civarı yapıyor. İkisi kolay, ikisi zor. En zor en sona kaldı. Sona kalan dona kalır. Bir de tüm bu işlerin bitmesinden sonra yeni eve taşınma işleri başlayacak. Onun heyecanı ve telaşına da o son essay güme gider diye tahmin ediyorum. Her neyse. 

Şunu fark ettim ki, final dönemlerinin iyi geçmesi diye bir şey yok. Çalışmalarınız iyi gitse, aşk hayatınız haftalardır belki de aylardır o anı beklemişçesine gümbürdemeye başlıyor. Aşk hayatınız da iyi gitti diyelim, bu sefer de ya bir hastalık çıkıyor ya da pms. Ben çok mutsuzum işte bu yüzden. Bir an önce her şey bitsin de uyuyayım istiyorum. Bilmiyorum belki de sorunun temelinde benim erkek arkadaşımla olan uyumsuzluğum yatıyor. Dünyanın en sorumsuz adamı. Zeki ama çalışmıyor. Aramız da bir süredir mükemmel değil. Görüşemiyoruz da. Falan filan. Tatsızız yani kısacası. 

En fenası da tüm bu sıkıntılar arasında insanın kendini sorgulamaya başlaması sanırım. Çünkü bu işin pek sonu yok. Bir başladın mı buna, yarım saat önce içtiğin kahveden tut da ilkokuldaki en yakın arkadaş seçimine kadar her şeyi sorgulayabilirsin. 

11 Haziran gelsin.