Uyumayı kim sevmez?
Hele en sıkışık zamanlarda bastıran, gözünüzden yaş getiren o ağır uykuya kim hayır diyebilir? Yaz ya da kış fark etmez, ben üstümü örtmeden uyuyamam. Bir parmağım açıkta olsun, yine kaçar uykum, uyuyamam. Sıkı sıkı örtündükten sonraysa nerede uyuduğumun önemi yoktur benim için. Peki uyku neden güzeldir? Çünkü uykuya dalarken, uyurken ve uyandığınız anı takip eden 1-2 saniye boyunca hiçbir şey düşünmezsiniz. Ne sizi bekleyen teslim tarihleri, ne temizlemeniz gereken ev ne de karışan Ortadoğu aklınızda ufacık bir yer dahi bile kaplamaz. Yatak sıcaktır, ayaklarınız da sıcak olduğu sürece o yatak yeryüzündeki cennettir. Bana göre gece uykuları tekdüze giden sıkıcı ilişkidir. Onsuz olamazsınız ama artık onun yolunu kalbiniz atarak gözlemiyorsunuzdur. Öğle uykuları öyle midir oysa? Onlar heyecanlı küçük aşk kaçamaklarıdır, kalbinizi kıpırtadan. Uzun lafın kısası, ben öğle uykularının müptelasıyım.
Bu şahane kitap Pazar günü elime geçti, okudum ve bugün yazıyorum. Demiştim, tatil havada uçuşan beyaz minik yııldızlar görene kadar akademi ile bağlantısı olmayan her türlü kitabı okumak demektir benim için. Bu sene de bu kural bozulmadı ve ben halimden çok memnunum. Şimdi önce yazara sonra da kitabına yoğunlaşalım...
Thierry Paquot
Paquot anladığım kadarıyla bir Fransız, bir filozof. Maalesef hakkında bilgim, Fransızca bilmemem nedeniyle bu kadarla sınırlı. Anlayabildiğim bir kaç kelime ise bana şunları söyledi: Saint-Denis'de, 1952 yılında doğmuş. Şimdi de Institut d'urbanisme de Paris'de akademisyen.
Çok garip belki ama mesela benim için filozof demek, Hume, Locke ya da Nietzsche demek. Nietzsche bile çok modern filozof olmak için. Filozof dediğinin beyaz gür sakalları olur, loş odasında kah uyuklar kah düşünür. Ölene kadar da anlamlar arar. Belki bulur belki de hiç bulamaz ama ne olursa olsun o bunun için yaratılmıştır. Kafamdaki bu tek tip filozofu ortadan kaldırmayı çok istiyorum. Bu nedenle, modern çağ filozofları çok ilgimi çekiyor ve içten içten hayatlarını çok merak ediyorum. Acaba onlar da ev temizlemek zorunda kalıyorlar mı? Eşleriyle kavga edip küsüyorlar mı? Ya da bayıldıkları bir dizi var mı? Mesela en sevdiği dizi The Walking Dead olan bir filozof görsem gerçekten aklım uçabilir. Herneyse. Bu kitabı alışımın nedenlerinden biri de bu merak oldu.
Can Yayınları'ndan çıkan bu kitabı Fransızca'dan çeviren Orçun Türkay. Bence gayet iyi bir çeviri olmuş, ben bir çeviri okuğumu tamamen unutmuştum. Kitap kapakları ile ilgili ufak bir takıntım olduğundan bahsetmiştim sanırım. Bazen sırf kitap kapaklarına bakmak için kitapçıya girdiğim oluyor. Oysa tasarıma ilgim hiç yok bile denilebilir. Neyse. Ben bu kitabın kapağını da çok beğendim. Orijinalinden epey uzak bir çalışma olsa da bence gayet güzel.
Ve gelelim kitaba...
Caravaggio, Gentileschi, Bruegel, Rubens ve Rembrandt gibi ünlü ressamların tablolarındaki öğle uykusu betimlemeleri ile başlıyor ilk bölüm. Okuması oldukça keyifli olan bu bölümü, kıyasla daha ağır giden ikinci kısım izliyor. Burada mitolojideki, çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerdeki öğle uykusu ile ilgili sembollere bakıyor Paquot. Bunu izleyen üçüncü bölüm ise bence kitabın kalbini oluşturuyor. Açıkçası benim iyi bir teoloji bilgim olmadığı için anlamadığım noktalar oldu fakat ilgilileri için oldukça çekici bir bölüm bu. Mesela gelin bakalım siesta kelimesi nereden gelmiş günümüze kadar. Siesta İspanyolca'dan diğer dillere atlamış bir kelime. Latince sexta (hora) sözcüğünde geliyor, yani altıncı saat. Altıncı saat de, eski dönemlerde günün parçalara bölünmesi üzerine öğle vaktine denk geliyor. Buradan çıkıp, Paquot din bilimine de dalıp o kadar uzaklara gidiyor ki, odaklanabilene aşk olsun. Bir sonraki bölümde artık Sanayi Devrimi ile modern zamanlara geçiyoruz. Bu bölümde kimler yok ki, Charlie Chaplin, Gaston Bachelard, Thomas More ve daha fazlası. Bu bölüm gerçekten benim için büyük bir sınavdı ve başarıyla atlattığıma inanıyorum. İnanın nelerden bahsettiğini açıklamak isterdim fakat kelimelerime sığamayacak kadar karışık ve şaşırtıcı.
Anladığım kadarıyla -ve emin olun ben de bunu sonuna kadar savunuyorum, Paquot'nun bir türlü kabullenemediği şey, değişen dünya, küreselleşen ekonomi ve benzeri ıvır zıvır sebebiyle artık insanların zamanlarını, dolayısıyla hayatlarını dahi kontrol edememeleri. Zamanın akıp gitmesi demek paranın akıp gitmesi ile eşanlamlı bazıları için. Ondandır bu bitmez koşu ve gönülsüz koşucularının gizli saklı direnişi. Öğle uykusu bana göre işin biraz detayı. Planlanlanmış üretim sürecine insanın kusursuz ve mazeretsiz dahil edilmesini sağlayan bir araç. Oysa düşününce işler çok basit değil mi? İnsan acıkınca yemek yer, susayınca su içer, uykusu gelince de uyur. Ama işte şartlar sonuncuya öyle pek hoşgörüyle yaklaşmıyor. Belki de bundandır her gün gerekli gereksiz litrelerce tükettiğimiz kahve. Bundandır kendi hayatımıza yön veremezken, son iktidar alanımız olan vücudumuzda diktatörlük naraları atmamız. Kim bilir...
Benim çok sevdiğim 2 kısım oldu bu kitapta. Birincisi, Konu Kapanmasın Diye bölümünde, Paquot'nun George Perec tarzı yazımı. Bir de kitabın en sonunda konu hakkında daha fazla okuma yapmak isteyenler için Okumalar bölümünün bulunması.
Ben Paquot'nun yazım tarzını ve öğle uykusunu ciddiyetle ele alışını, düzene başkaldırışın sadece politik ya da ekonomik yorumlar ve itirazlar ile mümkün olması gerekmediğini savunmasını sevdim. Paquot en son bölümde unutamadığı öğle uykularından aklına kalanları yazmış. Belki siz de kendizi geçmişteki öğle uykularınızın sarmalayıcı anıları içinde bulabilirsiniz.
"Türkiye'nin doğusunda, Van Gölü'nün yakınlarında, hafif bir depremle kesilen bir öğle uykusu anımsıyorum"
"Haklarında söyleyebileceğim hiçbir şey olmayan bir sürü öğle uykusu anımsıyorum..."
"Kendime bir kez öğle uykusu yasağı getirdiğimi anımsıyorum, kolokyum benim bu müdahalemden sonra devam etmişti!"
"Bana yoğun ve koruyucu geceye kadar eşlik eden upuzun bir öğlen uykusu anımsıyorum. Gecenin içine giren o gün, bana denize karışan yağmuru anımsattı"
"O kadar çok öğle uykusu anımsıyorum ki, kimi zaman uyuyabilmek için koyun sayan biri gibi, düşler ülkesine daha hızlı ve neşeyle gidebilmek amacıyla onları düşünmeye çalışırken yakalıyorum kendimi."
Belki aranızda Michael Ende'in Momo'sunu okuyanlar vardır. Küçük Momo, bu kitap boyunca bana eşlik etti, aklımdan hiç çıkmadı. Hatta öğle uykusu direnişinin simgelerinden biri tüm paspallığı ile bu küçük kız oldu benim için.
Bence vakit bulduğuzda bu kitabı okuyun, sonra da üstüne güzel bir öğle uykusu çekin. Ve birazcık da düşünün. Nereye bu acele?
ufak bir sır: Paquot bir Yaşar Kemal okuyucusu, kitabı okursanız bu ufak detayı bence siz de fark edeceksiniz!
ne mi dinliyordum?
mrs. cold- Kings of Convenience