21 Nisan 2013 Pazar

Tek çocuk olmak ve katalog sevgim.

Tek çocuk olmak beraberinde garip bir yalnızlığı getiriyor, tek çocuk olup bir de etrafınızda başka evlerin çocukları yoksa bu durum yerini saçma tek kişilik oyunlara bırakıyor.

Eskiden, ben küçükken babam sık sık Almanya’ya giderdi. Devasa boyutlarda çikolataların, hiçbir zaman anlayamayacağım Almanca kitapların yanında bir de 500-600 sayfalık kataloglar getirirdi. Hala var mıdır bilmiyorum, ancak bu kataloglar her şeyi satan mağazaların/markaların tüm ürünlerini gösterirdi. İsteyen de telefondan sipariş verebilirdi, herhalde sadece Almanya içinde çalışıyorlardı. Bir de katalog dedim, ama estetik kaygılardan uzak sırayla ürünlerin resmini çekmekten ibaret değildi kesinlikle. Öncelikle çok güzel, sarışın sarışın ablalar taşırdı bluzları, hırkaları ve yer yer de iç çamaşırlarını. Tam şu anda tüm bu şeyin adının Quelle olduğunu hatırladım. Çok güzel altın takılar olduğunu da hatırlıyorum. 5 yaş civarında aniden ortaya çıkan altın sevdamın tek sorumlusu da anneannemdi tahminen, ona göre taktıkça artardı çünkü sarı bilezikler, kolyeler ve yüzükler. Bir oyuncak sayfası vardı ki, en çok açık kalan sayfa olduğundan yer etmişti. Elinize ilk aldığınızda bu iki kiloluk şeyi, hop diye oyuncak sayfası açılıverirdi. Neredeyse gerçek mutfak boyutundaki oyuncak mutfaklara içim giderdi, toplumsal cinsiyet rolleri bana iyi yedirilmişti. Ve elbette neredeyse insan etinden farksız maddeden yapılmış, yine gerçek ebatlarda, bebekler ya da evinizin içinde kendi muhitiniz olarak belirleyebileceğiniz plastikten yapılma devasa evler. 90’larda çok şanslıydık, Kinder vardı ve Barbie, ama bizim bile görüp kıskanacağımız oyuncaklar da yok değildi.

Tek kişilik saçma oyun neydi peki? Elbette benim uydurduğum bir şeydi. Esasında anneannem evin içinde hiç yalnız bırakmazdı beni, hep beraber oyunlar oynanırdı. Ben hayali telefonumla onu arayıp, “Merhaba İnci Hanım, eğer bugün siz birine gitmeyecekseniz, birisi de size gelmeyecekse, ben size oturmaya gelebilir miyim?” diye kibarca sorardım. O da, “Tabii tabii, buyrun, bekliyorum” derdi. Sonra benim çantamı toparlayıp karşı sedire, ona misafirliğe gitmemle ne hayali kekler börekler yerdik, ne dedikodular yapardık aslında hiç varolmayan insanlar hakkında, haddi hesabı yok. Ancak kasabada yaşıyorduk, dedem hiç dinlenmeden 17 saat bahçede çalışabilen bir çiftçiydi. O zamanlar köylü ne kadar milletin efendisiyse, dedem de bizim evin ulu önderiydi. Bizim anneannemle hayali misafirliklerimiz genelde dedemin bahçeden getirdiği on kilo ıspanakla ya da turpla bölünürdü. Mutlaka yıkanmaları, o değilse ayıklanmaları gerekirdi. Evin erkeği gelince ben de tüm edepli hanımlar gibi anneannemden izin isteyip, karşı sedirin yolunu tutardım.

Quelle işte bu zamanların kurtarıcısıydı. Quelle yoksa da oyun hamurları, boyama kitapları ya da pencere önü beni avuturdu. Pencere önü güzeldi, sokaktan geçenlere surat yapılırdı onlar bakmazken, ama bakarken olmaz çünkü küçük bir kasabaydı ve neredeyse herkes akrabamızdı. Zaten Quelle hep oradaydı. Açılan ekonominin, Körfez Savaşı’nın, yıkılan duvarların ve elbette birbiri arkasına pıtırcık gibi açılan televizyon kanallarının bir yan ürünü olarak meydana gelen ben tüketme kavramına aşinaydım. Kral Tv favorimdi, dönemin Hint ve Meksika dizileri ise bağımlılığım. Her ne kadar alışveriş bakkaldan alınan bir kırmızı, bir mavi balon bir de tüp çokokremden ibaret olsa da, evde hızla artan büyük, renkli poşet sayısından işkilleniyordum. Quelle ve beraberinde sinsi sinsi evlere soktuğu ideoloji bana hiç yabancı değildi. Hayali oyun da zaten, benim ilk sayfadan başlayıp, her sayfadan kendime sadece bir şey alma hakkını tanımamdı. Yaşlı kadın pantolanları sayfası kolaydı, en pembeyi seçerdim. Ayakkabılar da tamam, üzerinde taş olanı alırdım. Erkek kıyafetleri, babam için bir şeyler seçmece ve bu kısımlar da yine umrumda olmazdı. Ama genç kız kıyafetleri, oyuncak sayfası, çantalar ve kalemler... Bu sayfalar benim için zorlu bir sınavdı. Tek bir şey seçilecek, ama hangisi? Kendi kendimden birden fazla sayıda bir şeyler almak için izin istemeler, üzülmeler ve sonrasında canımın sıkılması ve Quelle’in bir kenara atılması. Ve ertesi gün yeniden, ilk defa bakıyormuş gibi sayfaların açılması.

Quelle güzeldi.

Bu Quelle yazısı nereden çıktı peki? Annemlerin evinde etrafı karıştırırken eski kitap katalogları buldum, oradan geldi aklıma.

İnternet sitelerini bile buldum: http://www.quelle.de/

4 yorum:

  1. keşke o nostaljik Quelle'nin bir fotoğrafını paylaşsaymışınız burada :)

    YanıtlaSil
  2. Quelle'yi ben de hatırlıyorum.Yazınızı beğendim.
    sevgiler

    YanıtlaSil
  3. Cok begendim. Paylasmam lazim.

    YanıtlaSil