Fotoğraf makinemin kablosu yok, şarjı da yok. Telefonla saçma sapan fotoğraflar çekiyorum. Bu da kahvaltı karesi. Konumuzla pek alakası yok.
Daha önce de dediğim gibi, Londra çok ama çok yürünesi, yürünülesi bir şehir. Eğer yaşadığınız yer ile her gün gitmeniz gereken yer arasında fersahlar yoksa, siz de çoğu Londralı gibi yürümeyi tercih edeceksiniz. Çünkü hem ucuz, hem de sağlıklı. Haritanızı yanınızdan ayırmamak şartıyla. Haritalarla aram peki iyi olmasa da burada zorunluluktan olsa gerek, en ufak bir kaybolmada hop çıkarıp haritaya bakıyorum. Her neyse, lafı daha fazla uzatmadan her biri ulaşım şeklinden ayrı ayrı bahsetmek en iyisi sanırım.
Otobüs: Evet, o kırmızı, iki katlı otobüslerden var Londra'da. Elbette yenilenmişler, hatta 'hybrid' olanları yani elektrikle çalışanları bile var. Peki o en eskilere ne oldu derseniz, onları özel şirketler aracılığıyla özel günler için ya da şehir turu yapma amacıyla kiralayabiliyorsunuz. Geçen hafta sonu, gelin-damat ve çiftin ailelerini taşıyan iki katlı kırmızı bir otobüs gördüm. Pek sevimliydi. Ben de pek seviyorum bu nostaljik aracı, ama çok sık kullanmıyorum. Otobüse binmek için 'Oyster' kartı almanız gerekiyor. Sonra içine öğrenci olup olmamanıza, ve sanırım kullanma sıklığınıza göre para yüklüyorsunuz. Ben neden çok sık kullanmıyorum otobüsü? Çünkü duraklar kaldığım yere biraz uzak ve sabahları biraz midem bulanıyor otobüse binince. Genel olarak nasıldır otobüsler, rahat mıdır diye merak edebilirsiniz. Ben hiç çok kalabalık bir otobüse denk gelmedim. Yolum da çok uzun olmadığından rahattı yani. Diğer ulaşım olanakları göz önüne alındığında, aktarmalı otobüs yolculukları biraz yorucu olabilir belki. Yanlış bilmiyorsam, sabaha kadar devam ediyor otobüs seferleri. Bilmiyorum, sanırım otobüs hiçbir zaman en sevdiğim araç olmadı, dediğim gibi, mide bulantıları beni mahvediyor.
Taksi: İngiltere'nin bir diğer kültürel ve turistik sembolü, siyah taksiler. Ben hiç binmedim. Londra'da sıklıkla taksi kullanabilecek kadar zengin de değilim. Duyduğuma göre adaylar binlerce caddeyi, yüzlerce turistik mekanı ezberlemeden geçemedikleri bir sınav sonunda taksi şöförü olma hakkını kazanıyorlarmış. GPS (elektronik yol bulma araçları) yaygın olarak kullanılmaya başladığından beri sınavda bir değişiklik oldu mu bilmiyorum ama trafiği yoğun olan her şehirde olduğu gibi Londra'da da taksi şöförü olmak zor iştir tahminen. Ve epey de güvenliymiş taksileri kullanmak, bana denen bu.
Metro: İşte beni en çok zorlayan. Çünkü çok karışık, hele benim gibi harita okumakta zorlananlar için. Aktarmaları, hatları kesinlikle anlamıyorum. Bir de Londra metrosunun dünyadaki en geniş ağa sahip metrolardan biri olduğu düşünülürse, işim çok zor. Ama her gün kullandığım rotayı bir kere ezberlediğimde de, büyük rahatlık. Metro fiyatları da kart aldığınızda daha ucuza geliyor, öbür türlüsüne yani her binişte para vermeye zaten bütçe dayanmaz. Metroyu otobüse göre daha sık kullanıyorum, özellikle hava yağmurlu olduğunda. İngilizlerin 'Rush Hour' dedikleri zamanlarda, yani işe gidiş ve işten çıkış saatlerinde metro ücreti daha pahalı. Bunu öğrendiğimde şaşırmıştım. Rahat mı metrolar derseniz, ben genelde ayakta gidip geliyorum, sanırım epey kalabalık duraklardan binip, kalabalık hatları kullanıyorum. Bir de metro çok eski olduğundan, diğer Avrupa şehirlerindeki gibi geniş, hatta yürüyen merdivenler çoğu istasyonda yok. Daracık daracık merdivenlerden yeryüzüne çıkmak bazen içimi daraltmıyor değil. Metrolarda insanlar genelde kitap, dergi, gazete okuyorlar. Öyle dik dik insanlara bakma eylemini gerçekleştiren yok. Zaten herkes bir yerlere yetişme derdinde. Londra'nın geneline böyle bir 'sürekli acele etme hali' nüfuz etmiş.
Bisiklet: Ah bisiklet! Bir şeyi hem nasıl bu kadar seviyorum, yapabilene özeniyorum hem de bu kadar korkuyorum anlayabilmiş değilim. Londra'da bisiklet epey yaygın. Rengarenk bisikletler her gün evden işe, işten eve sahiplerini getirip götürüyor. Hem ekonomik açıdan çok karlı, hem kullanan için spor niyetine, hem çevreyi kirletmiyor, hem de halihazırda kalabalık olan trafiğe daha fazla arabanın katılımını engelliyor. Kullananlar da epey bilinçli kullanıyorlar; kask, dizlik olmadan trafiğe çıkanı görmedim. Diğer güzel bir şey ise, her gün değil ama arada bisiklet kullanmak isteyenler ve bunu gerçekleştirebilmek için bir adet bisiklete sahip olmayanlar, yol kenarlarında bulunan bisikletleri makineye ödeme yapıp belirli bir süre için kullanabiliyorlar. Sanırım yakın zamanda aynı uygulama İstanbul'da faaliyete geçirilmişti. Ben gerçekten çok isterdim sanırım bisikleti her gün bir ulaşım aracı olarak kullanabilmeyi ama hem kendi sürüş kabiliyetime güvenemiyorum, hem Londra'nın bize göre ters ve her zaman son sürat akan trafiğinden korkuyorum. Önümüzdeki senelere kısmetse...
Ayak: İşte benim tercihim. Çok spor yapan biri değilim ama çok iyi yürürüm. Saatlerce, dere, tepe, sırtımda kaç kiloluk çanta taşıdığıma bakmadan yürürüm. Yorulmam. Tabi sonradan sırtım ağrır, gece uykumdan ağrıyan bacaklarım yüzünden uyanırım ama olsun. Yürümeyi çok seviyorum, Londra'da daha da sevdim. Zaten yakın zamanda yürüyüş rotamı fotoğraflayıp burada paylaşmayı düşünüyorum. Yürümek hem yazın aldığım kiloların bir kısmını vermemi sağlayacak, hem de bütçeme katkıda bulunacak. En azından ben böyle umuyorum. Tabii bir de Londra'nın yağmurlu ve rüzgarlı havasını da unutmamak lazım. Şimdilik havalar güzel gidiyor, yürüyebiliyorum. Tahminen 1-2 haftaya tıklım tıkış metro istasyonlarında, yer altında olmanın verdiği o rahatsızlık hissiyle bir oraya bir buraya gideceğim. Türkiye'de pek rastlamadığım, burada görünce çok hoşuma giden şeyse özellikle çalışan kadınların son derece basit br çözüm bulmaları bu yürüyüş meselesine. Çalışan kadınların hepsi olmasa da, sanırım büyük bir bölümü topuklu ayakkabı giyiyorlar işe giderken. Londralı kadınlar topuklu ayakkabılarını yürümemek için bir mazeret olarak kullanmıyorlar, sabah evden çıkarken topuklu ayakkabılarını çantaya atıp yürüyüş ayakkabılarıyla yürümeye başlıyorlar; akşam dönerken de aynı şekilde. Son derece şık kıyafetlerin altında fosforlu sarı spor ayakkabı giyip moda kurallarını yerle bir ettiklerine tasalanmadan hızlı hızlı yürümeleri çok hoşuma gidiyor.
Londra'da ulaşım halleri, en azından benim deneyimlediklerim böyle. Tüm Londra yazılarını aynı temenni ile bitiriyorum, bu yazıda da eksik kalmasın. Umarım bir gün sizin de yolunuz buraya düşer, benim anlattıklarımı kendiniz görürsünüz, şaşırırsınız, seversiniz.
Taksileri için duyduğum ne kadar doğru bilinmez ama yanlış yere getirdiklerinde taksi ücretini almıyorlarmış sanırım bu yüzden garanti ve güvenli :))
YanıtlaSilBen onu duymamıştım ama olabilir, gereğinden saygılı kibar insanlar İngilizler (:
SilLondra yazılarını merakla bekliyorum =) Özellikle eğer yazacaksan bir gün ev kiraları hakkında bir yazıyı... (Bu arada bol şans, iyi eğlenceler!)
YanıtlaSilSipariş Londra yazı konuları almaya başladım bile (: Kira konusuna da değinirim, söz.
SilÜniversitede okurken yaz tatilinde ilk defa Londra'ya bir tanıdığıma gitmiş ve 2 ay kadar kalmıştım. Görüşlerini okuyunca o tatlı ama uzakta kalan günlerimi hatırladım. Tekrar yaşattığın bu tadlar için teşekkür ederim. Bana ilk öğretilen metronun nasıl kullanılacağı idi (ki çok basit olduğunu düşünüyorum) ve sonrasında elimde harita, devamlı yürüyerek dolaştım Londra'yı.
YanıtlaSilİlk dikkatimi çeken de yoğun yağmur yağışlarında bile yerde su birikintilerinin olmayışı ve kaldırım ile yolun birleştiği yerlerin temizliği olmuştu.
I love London :)
Hoşunuza gitmiş, ne güzel. Ben de epey sevmiş bir haldeyim bu şehri, bakalım gelecek günler ne getirecek (:
Sil