Bu aralar içerisinde can sıkıntısı barındırmayan ama beni içten içe kemiren bir huzursuzluk halindeyim. Bu sebepten ötürü kitaplara gömülüyorum ki beynimin kıvrımlarında dolanan soru işaretleri ilgilerini benden alıp kitaba yöneltsinler. Bu sıradışı huzursuzluğun kaynağına gelirsek- daha önce bahsetmedim diye hatırlıyorum, yüksek lisans için başvurduğum okullardan birinin yaklaşmakta olan yazılı sınav ve mülakatı. Evde kendimi mülakata alıyorum, kendi kendime konuşuyorum, cevaplar veriyorum, yanıtları beğenmeyince de kendimi kovuyorum. Kısacası yüksek lisansa kabul almış aynı zamanda ruhsal sorunları olan biri olmam an meselesi.
Bu benden kısa haberler faslından sonra gelelim kitaba! Dediğim gibi bugün evden çıkmadığım için bol bol okudum, kahve içitim, camdan top oynayan çocukları izledim. Bu kitap olmasaydı günüm güzel geçmezdi, eminim.
Jean Philippe Toussaint (tusse diye okunuyormuş) 1957, Brüksel doğumlu, epey tanınan bir yazar. Aslında Siyast Bilimi eğitimi almış üniversitede. Biyografisinden Suç ve Ceza'yı okuduktan sonra yazmaya başladığını öğreniyorsunuz. Şu ana kadar 9 kitap yazmış, Türkçe'ye çevrilen kitapları ise Mösyö ve Banyo. Oldukça yetenekli bu yazar, yazı yazmanın dışında fotoğrafçılık ve film yapımcılığı da yapıyor. Toussaint hakkında daha fazla bilgi almak istiyorum, ne kadar ilginç bir yazar diyorsanız buraya tıklayıp, kendi sitesine gidebilirsiniz.
Benim okuduğum kitap, okul kütüphanesinden ödünç alınmış, saman kağıdına basılmış, eskice bir kitap. İlk baskısı I'appareil-Photo olarak 1988 yılında yayınlanan bu kitap, 1992 yılında Ayrıntı Yayınları tarafından basılmış. Fransızca'dan çeviriyi Uğur Ün yapmış, ben çok beğendim, daha iyi bir çevirisi olamazdı diye düşünüyorum. Kapağa gelirsek bence oldukça sevimli ve ilgi çekici.
Kitapta bir kadın ve bir erkek var. Erkeğin adını hiç öğrenmiyoruz, merkezde olmasına rağmen. Yalnız bir adam fakat ne kendirini acındıran ne de sizin acımak isteyeceğiniz türden. Çünkü garip. Rahatsız etmeyen bir sıradanlığı var. Sürekli düşünüyor ama daha önce tanıştığım karakterler gibi o düşünürken dünya durmuyor. Trafik akıyor, insanlar doğuyor, ölüyor ve o düşünmeye devam ediyor. Toussaint'nin bu kitabı tamamen bilinç akışı üzerine kurulu ama güzel olan ana karakter bunu yaparken dünyadan kopmuyor, tam tersine onun algılarındaki değişim hayata daha kolay ayak uydurmasını sağlıyor. Karakterin bir adı yok. Bence adı konmayacak kadar silik bir kişilik değil, sadece düşüncelerinde zaman zaman kaybolan bir gezgin.
Olaylar Paris'te bir sürücü kursunda başlıyor. Bir de kadın var, adsız adamın sevgilisi, Pascale Polougaievski. Genelde uyuyor, uyumadığı zamanlarda da uykusu var, esniyor. Sürekli düşünen, var olmasının kanıtı sürekli düşünmek olan bir adamın yanında düşüncelerden uzak boşlukta süzülen bir kadın. Adam sanki her ikisi yerine de düşünüyor. Mükemmel çift bu olmalı! Diğer karakterlere gelirsek, görüyoruz ki hepsi sorunlu. Sorunludan kastım, hepsinin ufak takıntıları, gariplikleri olması. En tasasız olanının bile kafasını ileride birgün ayak başparmağında tırnak batması olma ihtimali kurcalıyor.
Toussaint'nin dili hoş, okuması keyifli. Diğer bir hoşluk ise yazarın metinde kullandığı parantezler. Birazdan okuyacağınız alıntılarda ne demek istediğimi anlayacağınızı düşünüyorum. Bir nevi iç ses olan bu parantez içleri o kadar eğlenceli ki, tek düze olayları dinlerken adsız karakterin ağzında, çoğaldıklarını görüyorsunuz. Fakat heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmaya çalışıyorsa, size kendini açıklayacak zaman bulamıyor, es geçiyor.
Kitabın adına, fotoğraf makinasına çok değinmek istemiyorum, bu kısmı size bırakıyorum. Kitabı okursanız, neden size bıraktığımı da anlayacaksınızdır. Yine de ufak bir soru. Sizce karakterin fotoğraf konusundaki ufak saplantısı, çekincesi, merakı; fotoğraf makinasının, beyninin detayları yakalama konusundaki hızına yetişemeyeceği endişesinden olabilir mi? Bence olabilir...
Okumam boyunca sadece adsız adama yoğunlaşabildim. Ne Paris'ten Londra'ya değişen mekan ne de araba yolculukları ilgimi çekti. Yersiz bir şefkat ve ilgiyle, bu adama acısam mı diye düşündüm. Acıyabilirdim çünkü yalnızdı, sürüş dersi vermesi için ücret ödediği hocalarıyla ödeme yaptığı süre içerisinde kahve içip sohbet ediyordu. Acizdi aynı zamanda. Bir erkek olmasına rağmen ehliyet belgesi alabilmesi için çektirmesi gereken fotoğrafı bir türlü çektiremiyordu, doldurulması gereken gaz tüpünü bile boş geri getiriyordu. Oysa o bir erkekti. Düşünmek yerine eyleme geçmeliydi, böyle kime ne faydası vardı ki? İşte bu noktada anladım ki, karşı çıktığım cinsiyetçi yaklaşımın ağına düşmüştüm. Kafamda erkeklere ben de roller biçmiştim ve dışına çıkanları aciz ve zayıf olarak yargılıyordum. Kadının adı yoktu, hala yok. Bu adamın da yok ve ona bir tokat da ben vurmuştum. Bir adım attım, ona bir isim verdim, sıradan klasik bir Fransız ismi: Pierre. Altını doldurmak, ismin hakkını vermek ona kalmış.
Ben çok sevdim bu kitabı. Bu kitabın belirsizlikleri beni hiç yormadı, can sıkıcı bir merak yaratmadı. Birkaç alıntı size daha iyi fikir verebilir.
"Gördüğüm kadarıyla yöntemim konusunda yanılıyordu; ilk bakışta oldukça anlamsız görünen yaklaşım tarzımın, bir bakıma tıpkı çatalınızı başarıyla batırmadan önce bir zaytini yormanız gibi gerçekleri yormaktan başka bir amacı olmadığını ve işleri aceleye getirmeden yapmak huyumun bana zarar vermek bir yana, koşullar olgunlaştığında seçimimi yapmama elverişli bir zemin hazırladığını anlamıyordu."
"Tüpü bagaja yerleştirdim ve arabayı çalıştırdığı sırada yanında yerimi aldım (nasıl da bir çift oluşturuyorduk güzel Allahım)."
"Birinci vitese aldı ve bir okul arabasının ardından ısrarla klakson çala çala hareket etti; hala uykulu bir hali vardı, yanında kendimi bir hoş hissediyordum (belki de yakalandığım şu gribal durum aşkın ta kendisiydi, kim bilir)."
"Bir süre geçmişti, bakışlarım sabit, oturmuş duruyordum, iyice düşünceli, sakin, derinlere dalmıştım; doğrusunu söylemek gerekirse işemek bana çok iyi geliyor, düşünmek için diyorum. Ben zaten bir şeyin üzerine oturur oturmaz, on saniye geçmeden, usumun bana her defasında sunduğu bulanık ve düzenli bir dünyanın içine mutlulukla gömülüyor, böylece dinlenen bedenimin de yardımıyla düşüncelerimin içinde sıcak sıcak kendimi koruyordum; bu durumdan sıyrılmak için günaydın dedim kendi kendime."
"Terk ettiğim mekan belleğimden ağır ağır kayboluyordu, yaklaşmakta olduğum ise hala uzaklardaydı. Sanserden küçük bir yudum aldım, ve yanımda boş bir sıra üzerinde unutulmuş bir fotoğraf makinesini fark ettim. Siyahlı gümüşi renkli sıranın bir girintisine sıkışmış küçük bir enstamatikti bu."
"Bu fotoğraflardan sonuncusunda, bir kamu binasının demir parmaklıkları önünde birikte resim çektirmişlerdi. Adam genç kadını belinden tutuyor, ikisi de yapmacıklı bir tavırla objektife gülümsüyorlardı. Bu görünürde suya sabuna dokunmayan fotoğraflarda, hiçbir zaman içine giremeyeceğim bir mahremiyet dışında, tedirgin edici bulduğum, bunlardan yayılan bir tür istemdışı patavatsızlıktı."
İnternet üzerinden kitap satışı yapan bir site bu kitabı fotoğrafçılık kategorisine koymuş :)
YanıtlaSilİnternet üzerinden kitap almamak için bir sebep daha!
YanıtlaSilGüven yalnızca kredi kartı alışverişi konusunda da değil göründüğü üzere.Bu işte kendini duyurmuş siteleri tercih etmek gerek sanırım.
YanıtlaSilKesinlikle haklısın. Kitapçıya gidemeyecek kadar da yoğunsam zaten biraz nefes almanın zamanı gelmiştir diye düşünüyorum (:
YanıtlaSil