Ben bu adamın yazdıklarını okumayı çok seviyorum.
Biri bir gün gelse ve bana “trajikomik” ne diye sorsa, merak
etse mesela, Jean-Louis Fournier trajikomiğin ta kendisidir derim. İncecik iki
kitabı var bende. İkisini de tahminen kırk dakika içinde bitirmişimdir. Sonra
kimbilir kaç kırk dakika düşündüm haklarında. Çok garip. Garip ama güzel. Güzel ama
acıklı.
Fournier 1938 yılında, Fransa’da, Arras’da doğmuş. Birkaç
kardeşi, annesi, babası ve büyükannesi ile büyümüş anladığım kadarıyla. İki
kitabı var bende demiştim ya işte. Bir tanesi Asla Kimseyi Öldürmedi Benim
Babam (AKÖBB), diğeri de Nereye Gidiyoruz Baba? (NGB?) İkinci kitabı ile 2008
yılında Prix Femina ödülünü almış Fournier. AKÖBB’da Fournier babası ile olan
ilişkisinden bahsediyor. Kısa kısa. NGB?’de ise kendi oğulları ile olan
ilişkisinden. Aslında devam niteliğinde bu kitaplar birbirlerine,
tamamlayıcılar. Ben bu yazıda AKÖBB’dan bahsetmek istiyorum.
Yapı Kredi Yayınları’ndan 2009 yılında çıkan bu kitap bana
hediye geldi. İyi ki de geldi. Fransızca’dan Türkçe’ye Zafer Demez tarafından
çevrilmiş. Bana kalırsa başarılı bir çeviri ama ben NGB?’nin çevirisini daha
çok sevmiştim, onu da Aslı Genç çevirmişti. Fournier’in doktor bir babası var.
Hastalarından para almayan, çok hasta olduğunu bildiklerine çağrılmadan giden,
yer yer saf ve komik bir doktor. Peki nasıl bir baba? Evdekileri şöyle ya da
böyle korkutan bir baba. Oğluna yıllar sonra, oğlu koca adam olduğunda bile,
babam beni hiç sevmemişti dedirtebilecek bir baba. İyi bir doktor, kötü bir
baba. Peki nasıl bir insan?
Sorunlu bir baba-oğul ilişkisi olduğu kesin. Babanın son
derece dengesiz, sevgisiz ve edepsiz olması. Ve sarhoş. Hep sarhoş. Hep bir huzursuzluk var evin içinde. Belki her gün kavga yok ama tahminen bu ne zaman kavganın patlayacağını bilememe hali, hep tetikte beklemek çok daha tatsızdır. İşte böyle bir durum var Bay Doktor Fournier'lerin evinde.
Babası hakkında kısa kısa, birer sayfalık anılara yer vermiş Fournier. Hiçbiri sadece acıklı, dokunaklı değil. Hiçbiri sadece komik değil. Her şey biraz biraz var. Sanki babasıyla bu son hesaplaşmasında, birazcık da gülmek, o zamanı katlanılabilir kılan şeyleri hatırlamak istemiş Fournier. Aslında çok da iyi olmuş. Hayat ne sadece eğlencelidir ne de sadece sıkıcı. İnsanlar ne sadece kötüdür, ne de sadece iyi.
Babanın yanında anne figürü sanki biraz gerilerde kalmış. Fournier babası
hakkında ne hissettiği konusunda bence son derece emin ama annesi hakkında
endişeleri var gibi geldi bana. Arada duygular. Nefret ya da aşk gibi kuvvetli
değil. Evet bir anne var. Anne ek işler yapıyor, anne çocuklarla ilgileniyor,
anne babayla ilgileniyor, anne arada gülüyor. Ama gerçekte nerede? Böyle bir
adamla evlendiği için mutsuz mu? Pişman mı? Geri dönüşü var mı? Yok sanırım. Kitabı
adı bence son derece anlamlı. Baba doktor ve kimseyi öldürmüyor. Mesleği gereği
tam tersini yapması lazım. “Asla kimseyi öldürmedi benim babam!” bunu bir
çocuğun ağzından, birazcık sinirle ve hışımla çıktığını düşünün. Sanki babasını
savunur gibi. Öyle gibi mi acaba? Fournier bir nevi geçmişiyle ve babsıyla
hesaplaştığı bu kitapta ne yapmak istiyor? Bana kalırsa babasının kötü biri
olmadığını söylüyor. Fakat hemen ardından ekliyor, kötü olmanın çeşit çeşit
yolu var. İyi damgası öyle çabuk kolay yenmiyor.
Bir de bana şöyle geldi. Fournier’nin babası içiyor. Evet
çok içiyor. Sinirleniyor. Şeftalileri fırlatıyor, çocuklara bağırıyor,
büyükanneyi azarlıyor... Peki neden? Bu adamın bence bir derdi var, yazar
bizden bunu saklıyor. Ve tam da o dert bizim Fournier’nin babasının iyi mi
yoksa kötü bir adam mı olduğuna karar vermemizde yardımcı olacak. Bana böyle
geldi.
Ben bu yazıda sadece AKÖBB’dan bahsetmek istiyorum demiştim
ama sanırım biraz da NGB?’dan bahsetmem gerekir. Fournier, zaman içinde
evlenmiş ve üç çocuğu olmuş. İki oğlan, bir kız. Arka arkaya doğan zihinsel
engelli oğlanlar ve ardından gelen normal(!) kız. Güzel bir kız çocuğu. Bugün
benim gibi her iki kitabı da okuyan bir arkadaşımla konuşuyorduk ve onun aklına
lu gelmiş kitapları okuduktan sonra. Acaba Fournier’nin kendi babasıyla olan
deneyimi onu nasıl bir baba yapmıştır. Hele de sıradan bir baba değil, özel (!)
bir değil, iki çocuğa sahipken. Benim de aklıma şu gelmişti kitaplardan sonra,
eğer Fournier’nin babası yaşasaydı ve dede olabilseydi, torunlarını
görebilseydi, nasıl bir dede olurdu? Neler yapardı? Onlara da mı sevgisini
göstermezdi yoksa düşkün (!) hallerinden ötürü onlara en azından azıcık
gülümser, keyfi yerindeyse birazcık şekerleme bile alır mıydı? Kim bilir...
Aile sorunları, ilişkiler insanın hayatınad gerçekten onarılmaz, geriye dönülmez izler bırakıyor. Önüne geçmek de, en başında engellemek de pek mümkün olmuyor. Okurken kolay gibi hatta okurken bile kolay değil gibi. Bir de bunları yaşaması var. Zor şeyler...
Ben Jean-Louis Fournier'i size mutlaka öneriyorum. Mutlaka!
Okunası bir yazarla daha tanışmış olduk. Jean-Louis Fournier'i hiç duymamıştım, iki kitabı da ilgimi çekti, en yakın zamanda temin edeceğim.
YanıtlaSilTeşekkürler.