Bazı filmler var, ben zamanın birinde izlemeye başlıyorum,
gerekli/gereksiz sebeplerden ötürü yarım kalıyor ama demek ki aklımda yer
ediyor ki, ben yine dönüp dolaşıp bir şekilde izliyorum o filmi.
Pan’ın
Labirenti tam da o filmlerden. 2-3 sene önce, belki de daha fazla, bir
arkadaşımın tavsiyesi üzerine izlemeye başlamış, kim bilir neden yirminci
dakika civarlarında bırakmıştım. Geçen akşam canım film izlemek isteyince,
gözüme çarptı. Henüz yapım aşamasındaki atkımı, sütlü kahvemi yanıma alıp
izlemeye başladım.
2006 yapımı bir Meksika filmi Pan’ın Labirenti. Orijinal
adı, El laberinto del fauno. Yönetmeni ise, artık adına aşina olduğumuz
Guillermo del Toro.
Bu aralar elimde George Orwell’in Katalonya’ya Selam kitabı
var. E tabi iyi gitti bu kitap-film ikilisi. Neden? Çünkü her ikisi de İspanya
iç savaşını konu alıyor. Orwell’inki birinci ağızdan bir anlatı, filmde ise iç
savaşa paralel başka bir hikaye daha var.
500.000’ yakın insan kaybının yaşandığı tahmin edilen İspanya
iç savaşı nedir diyenler şuraya bir bakabilirler.
Film 1944 yılında geçiyor. Kahraman çok filmde. Bizim esas
kahramanımız ise, birkaç sene önce terzi babası savaşta öldürülmüş olan Ofelia.
Ofelia’nın annesi tekrar evleniyor, sadist bir faşist komutan ile. Anne kız
Komutan Vidal’in yanına yerleşiyorlar. Bir yanda savaş tüm gerçekliği ile devam
ederken, diğer yandan Ofelia hayali dünyasında ilerliyor.
Aslında tam da bana göre bir filmmiş bu. Tarih, siyaset bir
yanda, diğer yanda da fantazya. Bugüne kadar çoğu filmdeki sadist karakterleri
gereksiz ya da abartılı bulmuşumdur. Komutan Vidal kesinlikle öyle değildi.
Sırf bu oyunculuk için dahi izlenebilir.
Galiba filme dair en sevdiğim şey, Ofelia’nın dünyasını
sürekli sorgulamam oldu. Bu hayali yerler, yaratıklar küçük bir kızın kişisel
acılarından kaçma taktiği miydi yoksa büyü gerçekten var mıydı? Fantastik
kurguda genelde bunları pek sorgulamayız. Çünkü gerçekliğinden bağımsız olarak
keyif almaya çalışırız. Bu filmde öyle değil işte. Fantazyayı da en az gerçek
dünya kadar çok sorguluyoruz, çünkü biz de bir bakıma savaşın ve gerçeğin
acıtan gerçekliğinden, Ofelia’ya katılıp fantazyaya sığınmayı çok istiyoruz.
Ne geldi aklıma peki bu filmi izlerken? Alice Harikalar Diyarında. Çok da takılmadım yine de. Ofelia'nın dünyasına geri dönecek olursak, işte oradaki yaratıklar hiç de herhangi bir çocuk fantazyasında yer alanlara benzemiyor. Korkunçlar. Çok hem de. Savaşın korkunçluğu, korku halinin kesintisiz devamı bir kez de böyle karşımıza çıkıyor bana kalırsa. E tabi bir de, Ofelia'nın savaşın tam ortasında, salt bir çocuk olarak var oluşu. Burası önemliydi.
Film çok güzel. Benim son zamanlarda izlediğim en iyi film.
İzlemesi kolay mı? Kesinlikle hayır. Ben bazı sahnelerde elimdeki örgüye gömdüm
başımı. Ve bir kez daha anladım, tarih acılarla dolu.