24 Şubat 2011 Perşembe

Gözlerindeki şu hüznü gidermek için ne yapmalı? - Gülayşe Koçak

Kadınlar. Erkekler. Aşk. Aldatma. Affetme. Aşk. Ayrılma. Barışma. Aşk. 

Her insan gibi ben de ara ara düşünürüm ilişkileri. Şimdi bu yazı birazcık ilişkilerden dem vuracak, ama çok da derinlere inmeden. Çünkü derinlere inmek kişinin kendinden bahsetmesini gerektirir, bunu da yapmak istemiyorum çünkü buranın bir kitap blogu olarak kalmasını daha çok istiyorum. Olmasına olur da erkek okuyucularım bir yerden sonra benim kafa karışıklığımdan usanabilir. Yoksa ben de sizlerle sonsuza dek erkekleri çekiştirmek isterim, kızlar. Doğamda var çünkü. Vakit kaybetmeden hemen yazara ve kitaba geçelim.

Gülayşe Koçak, 1956 yılında New York'ta dünyaya gelmiş, doğduğu şehrin, eksiksiz her ülkeden insan bulundurmasından mı etkilenmiş yoksa sadece anne baba peşinde sürüklenmekten mi bilinmez, büyüdükçe yeni yeni şehirlerde yaşamış, yeni insanlar tanımış. En az ismi kadar güzel bir kadın. Ama ben en çok ismini sevdim. Sonra da kelimeleri yan yana getirişini. 



Benim okuduğum baskı, kütüphaneden ödünç alınma. Benden önceki kısa süreli sahibi pek nazik davranmamış. Ben kahve dolu koca bir kovaya düştüğüne inanıyorum, hali perişan. Kitap kapaklarına olan ilgimi biliyorsunuzdur artık. İlginç bir şekilde kitap isimleri ilgimi o kadar fazla çekmez. Genelde az kelimeli adlardan hoşlanırım hatta biraz gizemli olsun isterim şarkılarda olduğu gibi. Hani bir şarkı vardır adını bildiğiniz ama dinlememişsinizdir henüz. Şarkı çalmaya başladıktan sonra ismini nereden aldığını tahmin etmeye çalışırsınız. Benimki de aynı hesap. Ben bu kitabın ismine bayıldım. Çok duygusal geldi bana. Ben ki suyu çıkmış duygusallıktan ve romantiklikten pek hoşlanmam. Gözlerindeki şu hüznü gidermek için ne yapmalı? Hem sevecen hem aşık hem de çaresiz birinin ağzından çıkabilecek kelimeler bunlar. Gerçek ve duru.

Kitap 1997 yılında, Oğlak Yayıncılık tarafından basılmış, yazar tarafından annesi ve babasına atfedilmiş. Kapağın çok hoşuma gittiğini söyleyemem fakat arka kapakta yazarın fotoğrafı görülmeli. Çok genç ve çok samimi.

Ve kitap. Bana olmadık bir zamanda, ilişkileri sorgulatan kitap. Kimler var peki? Yasemin, Mehmet ve diğerleri. Onlar gerçek anlamda diğerleri benim için, adları olmasına rağmen. Yasemin ve Mehmet evli. Çok mu birbirlerine aitler, bağlılar da diğer karakterlere diğerleri dedim? Hayır. Çok kendilerine aitler. O kadar kendilerine ait kapalı dünyaları var ki, bir çiftten çok otobüs yolculuğunda yan yana koltuklara düşmüş iki kişiyi çağrıştırdılar bana. Yasemin ve Mehmet'in, her çift gibi sorunları var. Erkek sevgisini gösteremiyor, kadın sevgiye dokunamadıkça emin olamıyor. Aldatan var, aldatılan var. Ama aldatma gerçek anlamda bir aldatma mı kimse emin olamıyor. Bir de çok büyük bir vazgeçiş var. Kitabı okursanız, hele bir de kadınsanız eminim çok etkileneceksiniz. Hoş, bundan etkilenmek için kadın olmanıza gerek de yok. Neyse. Bundan daha fazla bahsetmiyorum, yoksa tüm heyecan kaçar. 


Bu kitabı okuduktan sonra, çoktandır ilişkileri bu kadar güzel inceleyen bir kitap okumadığımı fark ettim. Belki de kendi ilişkime o kadar dalmıştım ki, diğer ağızlardan başkalarının ilişkilerini dinlemek bana zor geldi. Aslında parmaklarımın kopmayacağını ve sizi de sıkmayacağını bilsem kitapta daha doğrusu anlatıda bahsedilen her konuya söyleyecek bir söz bulurum ama ben içlerinden birini seçtim. Aldatmak.

Aldatmak kötüdür. Aldatılan taraf üzülür. Aldatan da üzülür ama aldatma eyleminin getirdiği ayakların yerden kesilmişlik duygusu yerini vicdan azabına bıraktıktan sonra. İnsan aldatır. Bence herkes aldatır. Her aldatan en derin acıları, bedduaları hak etmez. Bence aldatır çünkü özlediği bir şeyler vardır. Aldatmanın elbette türü, cinsi olmaz ama benim bahsettiğim aldatmayı anlamışsınızdır umarım. Zaten her gün yeni biriyle beraber olup, ertesi gün x yerine y'nin yanında uyanmak değil bahsettiğim. Özellikle uzun süreli ilişkilerde, uzun süreli olmasa da kıyasla biraz daha derinliği olan ilişkilerde olandan bahsetmek istiyorum. Ne diyorduk... Evet. Aldatır bazıları çünkü tutunmak ister bir şeylere, özellikle hayatı ve benliği gittikçe silikleşirken. Aldatmanın savunulacak bir tarafı yok. Sizi seven birini böyle derinden yaralamanın da telafisi çoğu zaman olmuyor. O kişinin sizden sonraki ilişkilerinde yaşayacağı güven problemine yaptığınız katkılar da cabası. Benim karşı çıktığım aldatmanın hala dünyanın en garip şeyi gibi karşılanıyor olması. Sanki adam/kadın sizi aldatmıyor da her gün palyaço makyajı yapmadan sokağa çıkamıyor ya da akşamları kaktüs yemekten hoşlanıyor (kabul, garip örnekler oldu ama siz anladınız demek istediğimi). Normalleştirmek kabul etmeyi de beraberinde getirir mi? Kabul etmek bizi küçültür mü? Bu zamana kadar çok fazla kafa yormamıştım açıkçası bu konuya, ve üzerine yazmanın bu kadar zor olacağını da tahmin etmemiştim. Neresinden tutsam ayrı yeri elimde kalıyor, benden nefret etmenizden korkuyorum. Kısacası, her şey insanlar için deyip işin içinde çıkmak istiyorum. Hepimiz mutlu olmanın yollarını arıyoruz. Kabul etsek de etmesek de, hayattan daha fazla zevk almak için yapmayacağımız şey yok. Çıkış yollarımız, kaçışlarımız farklılaşabilir. İşte tam da bu noktada aldatmak bazıları için çözümdür. Siz ister bunu korkaklık ister ahlaksızlık adı altında gruplayın. Ben geçen 2 senede, insanları yargılamamayı öğrendim hala da öğreniyorum. Belki de bundan bu saflığa yaklaşan anlayışlı yaklaşımım. Aldatanlar hep oldu, olacak. Aldatmanın tanımı hiçbir zaman yapılamayacak, aynı aşkın tanımının yapılamadığı gibi.


Kitaba geri dönelim. Ben Yasemin karakterini çok sevdim. Müziğe ve kedilere olan tutkusuna imrendim. Kedisinin adı Osman'dı bu arada. Bir de gelgitleri o kadar gerçekti ki Yasemin'in. Mesela eski kocası Okan. Artık evli bir kadın ve onu düşünmek istemiyor, yeni kocasıyla karşılaştırmak istemiyor. Ama ne oluyor ediyor, duyduğu müzik, gördüğü bir çorap bile ona Okan'ı hatırlatıyor. En fenası da bu değil midir zaten? Düşünülmemesi gerekenin olur olmadık yerlerde akla düşmesi, iradenizi zorlaması, en sonunda da sizi vicdanınızla başbaşa bırakması. Ben işte bu ikilemlerini ve içinden çıkamayışlarını sevdim Yasemin'in. Hayata birçok kez yenilmiş, çok zor zamanlar geçirmiş. Okuyucu olarak bir başarı hikayesi beklemedim deği zaman zaman. Ama onun vakur kaybedişlerini izlemek daha güzeldi. Çalışan kazanır ama debelenirken bu kadar asil ve kibar olmayı bir tek o kotarabilirdi bence.

Kadın, erkek. Evli,bekar. Bunun bir önemi yok sanırım. İki farklı cinsiyetin hayatları boyunca bir şeyleri paylaşmak için hem deli divane hem de ölesiye bir çatışma içinde olacaklarını anladıktan sonra hepimizin aklını meşgul ediyor ilişkiler, getirdikleri ve çoğu zaman götürdükleri. Ben bu kitabı sevdim. Karakterlerin yaş ortalamasının 40 olması ve evlilik hayatının incelenmesi nedeniyle kendimi dışlanmış hissetsem de, dışarıdan bir göz olarak bakmaya çalıştım. Şaşırdım, evlilikten korkmadım ama sonsuza dek bağlanma fikrine bir kez daha uzaktan merhaba dedim. Kimimiz Mars'tan, kimimiz Venüs'ten. Paylaşacak şeyler oldukça, uzayın hangi derinliğinden geldiğimizin ne önemi var?

İlişkileri özetlemeye aday birkaç cümle kitaptan. İlki Yasemin'in, ikincisi Mehmet'in ağzından:

"Doyurmuyor beni, sevginin dolaylı, dolambaçlı ifadeleri! Ben sevgiyi duymak, bunu kulaklarımda bangır bangır, dünyanın en aptal kadının anlayabileceği basitlikte iki sözcüğe indirgenmiş haliyle duymak istiyorum, çünkü iş, bir başkasının sevgisini yüreğimin derinliğinde duymaya, bu sevgiye inanmaya gelince, evet, dünyanın en aptal kadınıyım!"

"Sevgimden hep kuşku duyuyorsun, değil mi? Şu an gözlerini açsan, gözgöze gelsek, ağzımdan duymayı tutkuyla arzuladığını çokiyi bildiğim kelimeleri bakışlarımdan okuyabilsen... Çünkü kelimeler zor şeyler, tehlikeli, bağlayıcı şeyler... Hele de coşku, sevgi üzerine olunca... Diğer yandan kelimeler sathi ve öylesine de basittir ki... Herkes konuşabilir, söyleyebilir... Hiç anlayamıyorum; sen ki her şeyi derinlemesine düşünür ve hissedersin, nasıl oluyor da bu konuda verebildiğimle, duygularımla yetinemiyor, bunları basit, dudaklarımdan dökülmüş kelimeler halinde duymak istiyorsun ille? Benim gibi biri için bunun ne kadar güç olduğunu niçin göremiyorsun? Konuşmak değil, susmak öğretildi bize. Konuşmak değil, susmak erdemdi. Duygu ifadelerine gelince: Ne tuhaf şey; öfkemizi ne rahat ortaya dökeriz; sözlerimizle, yüz ifademizle, ses tonumuzla karşımızdakini kolaycacık ezer geçeriz... Öyle kolaydır ki bu, hiçbir planlamaya gerek göstermez. Halbuki sevgi... Sevgi öyle mi ya?"

Mars ve Venüs'ün arasındaki uzaklık 56,3 milyon kilometre. İki dudak arası mesafe ise bir, bilemedin bir buçuk santim. Sadece iki kelime demeyin. O dudaklardan çıkan kelimeler zaman zaman milyonlarca kilometre uzaklığı aşar da gezegenleri buluşturur. 

6 yorum:

  1. insan ilişkileri çok netameli konular... teşekkürler...

    YanıtlaSil
  2. eh yaanii bunu ben evlendikten sonra yazsaydın ya:)..şaka şaka..söylediklerinin bir çoğuna ben de katılıyorum..ama ben biraz daha farklı düşünüyorum..şimdi bu konuyu güzel bir mekanda enine boyuna konuşmak vardı ama maalesef:(

    YanıtlaSil
  3. Uyarı koymalıydım, uzun bir birlikteliğe yelken açacaklar, açtıktan sonra okusun diye (: ah evet keşke tuş tıkırtısı olmadan konuşulabilinse şu konular. Neyse umudumuzu kesmeyelim.

    YanıtlaSil
  4. "Netameli" kelimesini unutmuştum, ne de güzel. Hatırlatma ve okuma için sağol.

    YanıtlaSil
  5. Açıkçası kitabın başlığını ilk okuduğumda tüm önyargımla, "bu biraz pembe dizi ismi" diye düşündüm. Öyle güzel anlatmışsınız ki okumak istedim, şu önyargılarımı nereye sıkıştırsam diye geçirdim aklımdan. Özellikle aldatmak bölümündeki aktarımınız çok hoşuma gitti. Sevgiler...
    Ebru

    YanıtlaSil
  6. Günler sonra düzgün bir şekilde bloguma girebildim! Şöyle bir sorun var, baazı yorumlar yazar tarafından kaldırıldı diye görünüyor. Bahsedilen yazar bensem, ben kaldırmadım. Aklımda sadece öznur kalmış, eğer hatırlarsan tekrar yazarsan yorumunu çok sevinirim (:
    Ebr-u özlem, beğendiğine sevindim. Eğer vaktin varsa, oku derim.

    YanıtlaSil