Bu aralar film izleme performansımda gözle görülür bir artış
var. Akşamları özellikle epey sever oldum rastgele bir şeyler seçip izlemeyi.
Dün gecenin talihli filmi ise Hable con ella idi.
2002 yılından bir İspanyol filmi. Yönetmen artık hepimizin
neredeyse adını ezberlediği Pedro Almodóvar. Komedi-dram olarak
geçiyor. Ben dram kısmının daha ağır bastığını düşünenlerdenim. Filmin IMDB
puanı 8.
Filmde başlarda ayrık gibi duran iki farklı hikayenin
varlığından bahsedebiliriz. Bir noktada kesişiyorlar, sonra iç içe geçiyorlar
sonra da bir bütün oluyorlar. Açıkça söylemek gerekirse, daha önce bu filmdeki
kadar karışık ilişki ağı ile karşılaşmamıştım. Ancak kafa karıştırıcı ya da
gereksiz değildi, çok ilginçti.
Hikaye aşağı yukarı şöyle: Boğa güreşçisi olan Lydia bir
boğa tarafından ezilip bitkisel hayata giriyor. Kaldığı hastanede dört yıldır
komada olan başka bir hasta daha var, dansçı Alicia. Alicia ile bir erkek
hemşire/hasta bakıcı yakından ilgileniyor: Benigno. Lydia’nın ise yanında
sevgilisi Marco var. Hikaye’nin de bu dört kişi üzerinden ilerlediğini söylemek
mümkün.
İlginç şeyler öğrendim ben bu filmden. Komadaki hastaların
bakımı nasıl oluyor? Nelere dikkat ediliyor? Hayat bazen nasıl da
değişiveriyor. Diğer bir şey ise boğa güreşleri ile ilgiliydi. İspanya’ya
gittiğimde arenaların ihtişamından ağzım açık kalmıştı. Her ne kadar son derece
gereksiz bulsam da, bir matadorun arenaya çıkmadan önce hazırlanışını gösteren
sahneler mükemmeldi.
Eşcinsellik ise filmin temalarından biri. Pek de güzel
işlenmiş. Söze döksem çiğ gelebilir. İzlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız.
Filmin en en güzel kısımlarından biri, hatta en güzel kısmı
sanırım film içindeki sessiz filmdi. Mükemmeldi.
Alicia’yı Lydia’dan daha az tanıdığımı söyleyebilirim. Hoş,
ikisi de tutkuları olan kadınlar. Birisininki dans, diğerininki boğa güreşi.
Lydia’yı sevdiğimi söyleyebilirim. Yılan korkusu. Korkusu olan insanlara ve
korkularına saygı duyması. Elbette filmdeki favorim Benigno idi. Neden demeyin,
filmi izleyin. Marco ise güzellikler karşısında ağlaması ile sevgimi kazandı.
Spoiler vermeden filmden, daha doğrusu aklıma
getirdiklerinden bahsedicem biraz da. Böyle filmler iyi. Buna benzer kitaplar
da. Böyle filmlerden kastım ne? Halihazırda belirli normlar/değerler/doğrular
çevresinde şekillenmiş hayatlar yaşıyor. Hepimizin hayatı da az çok birbirine
benziyor. Benzememeye başladığında endişeleniyoruz ve tekrardan hizaya girmeyi
biliyoruz. Ama bazı filmler/kitaplar bize kimi kavramları sorgulatıyor. Doğru
ne? Yanlış ne? Haklı ne demek? Haksız kim? Haksız her zaman mı haksız? Haklı
nereye kadar haklı? Suç ne? Biz nerede duruyoruz?
Doğrusunu söylemek gerekirse, neredeyse filmin ortalarına
kadar ben pek bir yere bağlayamadım olan biten hiçbir şeyi. Sonra yavaş yavaş
taşlar yerine oturdu. İlginç ve beklenmeyen sonla da son noktayı koydu.
Ve ben şunu fark ettim, iyi filmlerden sonra keşke kitabı
olsa da okusam diyorum.
'Bir tiyatro sahnesi.. Kendini oradan oraya fırlatan kadın, beyaz gecelik giymiş.. Uykuda gibi, yüzünde acı. İnce, takım elbiseli adam telaş içinde. Sandalyeleri, masaları çekip kaldırıyor kadının önünden. Onun bir şeyi gördüğü yok. Kıvranıyor, duvarlara çarpıyor. Adamın elinde ufalanıyor engeller.'
YanıtlaSilBöyle bir film daha olduğunu zannetmiyorum. Almodovar'ın başyapıtı.