“Umarım böylesine emsalsiz ve belirgin bir konuda,
şiirlerini ölüm kavramını derinden algılayarak yazmış ve intiharında da
sanatındaki kadar başarılı olmuş bir kadının analizini yapabilme konusunda
başarısız olmam.”
Bugün, boş günüm. Yani okula gitmiyorum. Cumaları böyle. Ben
de genelde uyuyabildiğim kadar uyuyup sonrasında kalkıp kahvaltıdan sonra elime
bir şeyler alıp okuyorum. Bazen tez için bazen de sırf kendi keyfim için. Tez
için okuduklarım keyifli değil sanılmasın, sadece biraz daha ciddi okumalar
oluyorlar genelde.
Bugün daha önce de bir kere okuduğum, Nilgün Marmara’nın
1985 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümüne
lisans mezuniyet tezi olarak sunduğu çalışmayı okudum. Yazılmasından tam yirmi yıl
sonra Dost Körpe Türkçe’ye çevirmiş, Everest Yayınları tarafından da basılmış.
Bir aralar dört kadına fena halde sarmıştım. Virginia Woolf,
Tezer Özlü, Nilgün Marmara ve Sylvia Plath. Birbirlerinden hem çok farklı hem
de benzerdiler bana kalırsa. Hala bu dört isimden birini gördüm mü, biraz
durup, düşünmeden edemem. Bu nedenle belki de bu tez benim için önemliydi. Çok
merak ettim, buldum, okudum, tekrar okudum. Kafamda sorular belirdi,
eleştirdiğim noktalar da oldu. Şöyle ki...
Yetmiş sayfalık bir inceleme bu. Bence kitap tasarımı
oldukça başarılı. Daktilo fontunun hem kapak hem de sayfalarda kullanılması,
sanki metnin, hatta bir belgenin aslını elinizde tutuyormuşsunuz hissini
veriyor. Çeviri iyi. Ancak, bu ve benzeri edebiyat incelemesi/analizi
metinlerde de karşılaşıldığı üzere, Türkçe okumak biraz yorucu hatta yer yer
kafa karıştırıcı olabiliyor. Bunda elbette benim bugüne dek tüm edebiyat
teorisi okumalarımı İngilizce kaynaklardan yapmış olmamın payı büyüktür.
Terimlerin, kavramların karşılığını bulmada zorlandım. Bunun haricinde, çeviri
konusunda Körpe elinden geleni yapmış bana kalırsa.
Girişte Marmara amacını şöyle açıklıyor: “Bu tez, Syliva
Plath’ın şairliğini intiharıyla birlikte ele alır, yani tarihsel açıdan
intiharı bağlamında analiz eder.” (s.1) Emin olun ki bir şairin daha doğrusu bir
sanatçının eserlerinin yazarın kendisi/yaşamı/eylemleri göze alınarak
incelenmesi Rus Biçimcileri çok rahatsız ederdi. (Bkz. Viktor
Shklovsky, “Art as Technique”) Tez beş bölümden oluşuyor. Marmara ilk
olarak Sylvia Plath’ın şairliğinin dahil olduğunu iddia ettiği Gizdökümcü Tür’ü
(Confessional Art) açıklamakla başlıyor. İkinci bölümde, Plath’ın intiharı ile
sanatsal yapıtı arasındaki ilişki inceleniyor. Üçüncü bölümde ise kadın şairlerin
ortak yönleri ve Plath’ın şiirlerinde bu noktaların ne kadar yer aldığı
tartışılıyor. Açıkçası benim teorik olarak en zayıf bulduğum, ve olmaması
gereken genellemelere yer verildiğini düşündüğüm bölüm bu oldu. Dördüncü
bölümde Plath’ın düzyazıları ve şiirleri karşılaştırılıyor. Sonuç öncesi
son bölümde, önceki bölümlerin çıkarımları sonucunda Plath’ın kimi şiirleri
inceleniyor.
Açıkçası şeyden emin olamadım, acaba benim elimdeki metin
tezin tamamı mı, yoksa basıma uygun hale getirmek adına ya da başka bir
sebepten ötürü bir kısaltılmaya mı gidilmiş? Çünkü böylesine bir konu için
gereğinde fazla kısa buldum ben bu tezi. Evet lisans tezi ve çok da uzun, detaylı,
kapsamlı bir çalışma beklememek lazım ancak yine de sanki bir şeyler çok üstü
kapalı geçilmiş, kimi açıklamalar yapılmamış, bazı argümanlar öne sürülmüş ancak
örnekleri eksik vs. Diğer bir deyişle, ben eğer lisans tezi yazacak olsam ve bu
konuyla gitsem, bölümlendirmem aynen böyle olsa, tez danışmanım büyük
olasılıkla önerimi ve fikrimi çok beğenir ancak bir lisans tezi için gereğinden
fazla kapsamlı hatta iddialı olduğunu, bu fikirlerimi master, belki de doktora tezi için saklamamı
önerirdi.
Bu çalışmada benim ilgimi en çok çekense sanırım intihar kavramı/olgusu/eylemi
üzerine teorisyenlerin görüşlerine yer verilen kısımdı. Kendini yok etme
eyleminin dinsel ve romantik bileşenleri olduğunu düşünmek ilginçti. Ve
elbette, Sartre. “Sartre’a göre ‘intihar dünyada var olmanın başka bir
yoludur,’ çünkü kişi eylem olarak ölümü seçtiğinde kendi varlığının farkına
vararak, varlığının tanımını hiçlikle yapar” (s.19)
Daha önce belirttiğim gibi, uzun uzadıya incelenmesi gereken
kısımlar o kadar kısa tutulmuş ki... Mesela Plath’ın şiirlerinin
karşılaştırmaları. İki şiirinin karşılaştırma analizinin iki, üç cümleden daha
uzun olması gerektiği görüşündeyim.
Marmara’nın çalışmasında çıkan sonuç şu ki, Palth
intiharının haberini çok önceden düzenli olarak şiirlerinde ve bir de Sırça
Fanus adlı otobiyografik romanında vermiş (okumamış olanlara kesinlikle öneririm).
Plath’ın intiharını bir yana bırakalım. Elimizde neler var? Plath’ın
günlükleri, yakınlarına yazdığı mektuplar. Yaşamından izler taşıyan şiirleri ve
otobiyografik romanı. Ve acılar çekmiş. Var olmayan bir baba, ilgisiz ve
sonrasında terk eden bir koca, bu koca ki aynı zamanda çok yetenkli bir şair
(Ted Hughes), bir türlü alışılamayan anne olma hali... Benim sorum şu:
Hayatından ve yaşadıklarından bu kadar bunalmış bir insan bunları bu denli
yazıya döker mi? Yazıya dökmek ne demek? Saklamak demek. Gitmelerine izin
vermemek, unutmaya karşı önlem almak demek. Acılar, hatıralar ve tüm bu
yaşanmışlıkardan beslenip ortaya çıkan şiirler. Çok kaba bir tabirle, Plath’ın
sonu gelmez melankolisinin ekmeğini yediğini söyleyebilir miyiz? Acı çekmekten
zevk alma haline bağımlı yaşamlar var, biliyoruz. Plath, hem duygusal açıdan kendisinde
yaralar açan, hem de edebi ün bakımından sürekli bir rekabet içinde olduğu
kocası Hughes’tan neden bir türlü kopamamış? Acılardan beslenmek bu olsa gerek. Bilemiyorum, bu konuda benim kafam karışık galiba. Canımızı çok acıtan şeylerden neden vazgeçemiyoruz? Unutamıyor muyuz yoksa unutuyoruz da affedemiyor muyuz? Plath bile bile neden bu kadar acı çekti. Acı çekmeyi neden var olmasının ön koşulu yaptı? Neden partilere gidip, arkadaşlarıyla dedikodu yapıp boş zamanlarında bir şeyler yazmadı? Neden yazdı. Daha mutlu ve tahminen sonu intiharla noktalanmayacak bir hayat yaşamak varken, neden bu yolu seçti? Her şeyin akıl almaz bir hızla kirlendiğini bir o mu fark etti?
Plath deyince aklıma, hani en dibe vurduğunuzda
hissettikleriniz vardır ya, o haller, anlar geliyor. Bir boşluktasınızdır, artık ne yapsanız da çıkışın
olmadığı hissi (bu bazen yerli bazen de yersizdir) aslında sizi bir şekilde rahatlatır çünkü
daha fazla uğraşmanız gereken bir şey yoktur. Daha kötü ne olabilir ki? Siz de
saatlerce kaldığınız yerde ağlayabilir, bağırabilir ya da sadece
uyuyabilirsiniz. Mesela bazıları vardır ki böyle durumlarda makine gibi ev
temizlerler. Ev temizleme eylemini alın, o kişinin önüne bir adet daktilo
yerleştirin. Tulşlar tıkır tıkır çalışır. Plath bence her o delilik anında
böyle yaptı. Tıpkı Virginia Woolf’un da yaptığı gibi.
Elbette Plath’ın yazarlığı ve şairliğini bu denli basite
indirgememek lazım. Bambaşka olduğu apaçık.
İyi ki okumuşum bu çalışmayı. İlginçti. Öneririm. Ancak yine
de Marmara’nın Plath’a duyduğu derin hayranlığın bir akademik çalışmayı - ki
akademik çalışmak objektif olma gerekliliğini de beraberinde getirir- bu denli
etkilemese daha iyi olabilirdi.
Ben yazdıklarına ve Plath hakkındaki bilgilerime dayanarak şu çıkarımı yaptım: Sanırım Plath da yazabilmenin acı çekmekle bi ilgisi olduğunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden belki de bile bile acı çekti ya da acısını abarttı. Bunun sonucunda da şimdi adını andığımız, birçok insanın tanıdığı ünlü bi yazar oldu. İntiharı da belki bir nevi onun bu acı hallerinin son halkasıydı.
YanıtlaSilBazı insanların zekaları ve hayal güçleri onların yaşamlarına ağır geliyor ve bunu kaldıramıyorlar. Plath da üst-insanlardan biriydi bu gücü fiziksel bir güce dökebilsek depremler olurdu belki ama gerçek hayat fazla gerçek ne yazık ki,
YanıtlaSilçok merak ettim. ben de okumak istiyorum.
YanıtlaSilBence her insan biraz böyledir. Yani şöyle ki, kendi dibe vurduğum zamanları düşünüyorum. Yetenek kursuna yazılıp resim çizmeye başlamıştım ve resim çizme yeteneğimin olduğunu farkettim. Harika işler çıkardım. O dönemde sanata merak sardım, gezmediğim kadar çok sergi ve müze gezdim, fotoğraf çektim. Bilgi sahibi oldum, dolayısıyla fikir sahibi de... Bence bu işler böyledir biraz. Hayatım düzene girince de uğraşacak başka şeylerim doğdu, artık zaman ayıramaz oldum resme, sanata, sergilere. Üzgün müyüm bunun için? Hayır... Çünkü o dönem her ne kadar benim için sanatsal olarak verimli geçtiyse de yaptığım hiçbirşey beni mutlu etmiyordu ve tatmin olamıyordum. İnsanlar bu ruh halinden çıkmak için çaba sarfetmek yerine üstüne giderse evet bunalıma girerler ama işin garip yanı ortaya çıkan sahne onları sevindirir. Daha fazlasını yapmak, daha başarılı olmak adına daha dibe iner, daha dibe, sonra da en dibe. Keyifli okumalar....
YanıtlaSil