5 Ekim 2012 Cuma

Sylvia Plath'ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi - Nilgün Marmara


“Umarım böylesine emsalsiz ve belirgin bir konuda, şiirlerini ölüm kavramını derinden algılayarak yazmış ve intiharında da sanatındaki kadar başarılı olmuş bir kadının analizini yapabilme konusunda başarısız olmam.”


Bugün, boş günüm. Yani okula gitmiyorum. Cumaları böyle. Ben de genelde uyuyabildiğim kadar uyuyup sonrasında kalkıp kahvaltıdan sonra elime bir şeyler alıp okuyorum. Bazen tez için bazen de sırf kendi keyfim için. Tez için okuduklarım keyifli değil sanılmasın, sadece biraz daha ciddi okumalar oluyorlar genelde.

Bugün daha önce de bir kere okuduğum, Nilgün Marmara’nın 1985 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümüne lisans mezuniyet tezi olarak sunduğu çalışmayı okudum. Yazılmasından tam yirmi yıl sonra Dost Körpe Türkçe’ye çevirmiş, Everest Yayınları tarafından da basılmış.

Bir aralar dört kadına fena halde sarmıştım. Virginia Woolf, Tezer Özlü, Nilgün Marmara ve Sylvia Plath. Birbirlerinden hem çok farklı hem de benzerdiler bana kalırsa. Hala bu dört isimden birini gördüm mü, biraz durup, düşünmeden edemem. Bu nedenle belki de bu tez benim için önemliydi. Çok merak ettim, buldum, okudum, tekrar okudum. Kafamda sorular belirdi, eleştirdiğim noktalar da oldu. Şöyle ki...

Yetmiş sayfalık bir inceleme bu. Bence kitap tasarımı oldukça başarılı. Daktilo fontunun hem kapak hem de sayfalarda kullanılması, sanki metnin, hatta bir belgenin aslını elinizde tutuyormuşsunuz hissini veriyor. Çeviri iyi. Ancak, bu ve benzeri edebiyat incelemesi/analizi metinlerde de karşılaşıldığı üzere, Türkçe okumak biraz yorucu hatta yer yer kafa karıştırıcı olabiliyor. Bunda elbette benim bugüne dek tüm edebiyat teorisi okumalarımı İngilizce kaynaklardan yapmış olmamın payı büyüktür. Terimlerin, kavramların karşılığını bulmada zorlandım. Bunun haricinde, çeviri konusunda Körpe elinden geleni yapmış bana kalırsa.

Girişte Marmara amacını şöyle açıklıyor: “Bu tez, Syliva Plath’ın şairliğini intiharıyla birlikte ele alır, yani tarihsel açıdan intiharı bağlamında analiz eder.” (s.1) Emin olun ki bir şairin daha doğrusu bir sanatçının eserlerinin yazarın kendisi/yaşamı/eylemleri göze alınarak incelenmesi Rus Biçimcileri çok rahatsız ederdi. (Bkz. Viktor Shklovsky, “Art as Technique”) Tez beş bölümden oluşuyor. Marmara ilk olarak Sylvia Plath’ın şairliğinin dahil olduğunu iddia ettiği Gizdökümcü Tür’ü (Confessional Art) açıklamakla başlıyor. İkinci bölümde, Plath’ın intiharı ile sanatsal yapıtı arasındaki ilişki inceleniyor. Üçüncü bölümde ise kadın şairlerin ortak yönleri ve Plath’ın şiirlerinde bu noktaların ne kadar yer aldığı tartışılıyor. Açıkçası benim teorik olarak en zayıf bulduğum, ve olmaması gereken genellemelere yer verildiğini düşündüğüm bölüm bu oldu. Dördüncü bölümde Plath’ın düzyazıları ve şiirleri karşılaştırılıyor. Sonuç öncesi son bölümde, önceki bölümlerin çıkarımları sonucunda Plath’ın kimi şiirleri inceleniyor.

Açıkçası şeyden emin olamadım, acaba benim elimdeki metin tezin tamamı mı, yoksa basıma uygun hale getirmek adına ya da başka bir sebepten ötürü bir kısaltılmaya mı gidilmiş? Çünkü böylesine bir konu için gereğinde fazla kısa buldum ben bu tezi. Evet lisans tezi ve çok da uzun, detaylı, kapsamlı bir çalışma beklememek lazım ancak yine de sanki bir şeyler çok üstü kapalı geçilmiş, kimi açıklamalar yapılmamış, bazı argümanlar öne sürülmüş ancak örnekleri eksik vs. Diğer bir deyişle, ben eğer lisans tezi yazacak olsam ve bu konuyla gitsem, bölümlendirmem aynen böyle olsa, tez danışmanım büyük olasılıkla önerimi ve fikrimi çok beğenir ancak bir lisans tezi için gereğinden fazla kapsamlı hatta iddialı olduğunu, bu fikirlerimi master, belki de doktora tezi için saklamamı önerirdi.

Bu çalışmada benim ilgimi en çok çekense sanırım intihar kavramı/olgusu/eylemi üzerine teorisyenlerin görüşlerine yer verilen kısımdı. Kendini yok etme eyleminin dinsel ve romantik bileşenleri olduğunu düşünmek ilginçti. Ve elbette, Sartre. “Sartre’a göre ‘intihar dünyada var olmanın başka bir yoludur,’ çünkü kişi eylem olarak ölümü seçtiğinde kendi varlığının farkına vararak, varlığının tanımını hiçlikle yapar” (s.19)

Daha önce belirttiğim gibi, uzun uzadıya incelenmesi gereken kısımlar o kadar kısa tutulmuş ki... Mesela Plath’ın şiirlerinin karşılaştırmaları. İki şiirinin karşılaştırma analizinin iki, üç cümleden daha uzun olması gerektiği görüşündeyim.

Marmara’nın çalışmasında çıkan sonuç şu ki, Palth intiharının haberini çok önceden düzenli olarak şiirlerinde ve bir de Sırça Fanus adlı otobiyografik romanında vermiş (okumamış olanlara kesinlikle öneririm). Plath’ın intiharını bir yana bırakalım. Elimizde neler var? Plath’ın günlükleri, yakınlarına yazdığı mektuplar. Yaşamından izler taşıyan şiirleri ve otobiyografik romanı. Ve acılar çekmiş. Var olmayan bir baba, ilgisiz ve sonrasında terk eden bir koca, bu koca ki aynı zamanda çok yetenkli bir şair (Ted Hughes), bir türlü alışılamayan anne olma hali... Benim sorum şu: Hayatından ve yaşadıklarından bu kadar bunalmış bir insan bunları bu denli yazıya döker mi? Yazıya dökmek ne demek? Saklamak demek. Gitmelerine izin vermemek, unutmaya karşı önlem almak demek. Acılar, hatıralar ve tüm bu yaşanmışlıkardan beslenip ortaya çıkan şiirler. Çok kaba bir tabirle, Plath’ın sonu gelmez melankolisinin ekmeğini yediğini söyleyebilir miyiz? Acı çekmekten zevk alma haline bağımlı yaşamlar var, biliyoruz. Plath, hem duygusal açıdan kendisinde yaralar açan, hem de edebi ün bakımından sürekli bir rekabet içinde olduğu kocası Hughes’tan neden bir türlü kopamamış? Acılardan beslenmek bu olsa gerek. Bilemiyorum, bu konuda benim kafam karışık galiba. Canımızı çok acıtan şeylerden neden vazgeçemiyoruz? Unutamıyor muyuz yoksa unutuyoruz da affedemiyor muyuz? Plath bile bile neden bu kadar acı çekti. Acı çekmeyi neden var olmasının ön koşulu yaptı? Neden partilere gidip, arkadaşlarıyla dedikodu yapıp boş zamanlarında bir şeyler yazmadı? Neden yazdı. Daha mutlu ve tahminen sonu intiharla noktalanmayacak bir hayat yaşamak varken, neden bu yolu seçti? Her şeyin akıl almaz bir hızla kirlendiğini bir o mu fark etti?

Plath deyince aklıma, hani en dibe vurduğunuzda hissettikleriniz vardır ya, o haller, anlar geliyor. Bir boşluktasınızdır, artık ne yapsanız da çıkışın olmadığı hissi (bu bazen yerli bazen de yersizdir) aslında sizi bir şekilde rahatlatır çünkü daha fazla uğraşmanız gereken bir şey yoktur. Daha kötü ne olabilir ki? Siz de saatlerce kaldığınız yerde ağlayabilir, bağırabilir ya da sadece uyuyabilirsiniz. Mesela bazıları vardır ki böyle durumlarda makine gibi ev temizlerler. Ev temizleme eylemini alın, o kişinin önüne bir adet daktilo yerleştirin. Tulşlar tıkır tıkır çalışır. Plath bence her o delilik anında böyle yaptı. Tıpkı Virginia Woolf’un da yaptığı gibi.
Elbette Plath’ın yazarlığı ve şairliğini bu denli basite indirgememek lazım. Bambaşka olduğu apaçık.

İyi ki okumuşum bu çalışmayı. İlginçti. Öneririm. Ancak yine de Marmara’nın Plath’a duyduğu derin hayranlığın bir akademik çalışmayı - ki akademik çalışmak objektif olma gerekliliğini de beraberinde getirir- bu denli etkilemese daha iyi olabilirdi. 

4 yorum:

  1. Ben yazdıklarına ve Plath hakkındaki bilgilerime dayanarak şu çıkarımı yaptım: Sanırım Plath da yazabilmenin acı çekmekle bi ilgisi olduğunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden belki de bile bile acı çekti ya da acısını abarttı. Bunun sonucunda da şimdi adını andığımız, birçok insanın tanıdığı ünlü bi yazar oldu. İntiharı da belki bir nevi onun bu acı hallerinin son halkasıydı.

    YanıtlaSil
  2. Bazı insanların zekaları ve hayal güçleri onların yaşamlarına ağır geliyor ve bunu kaldıramıyorlar. Plath da üst-insanlardan biriydi bu gücü fiziksel bir güce dökebilsek depremler olurdu belki ama gerçek hayat fazla gerçek ne yazık ki,

    YanıtlaSil
  3. çok merak ettim. ben de okumak istiyorum.

    YanıtlaSil
  4. Bence her insan biraz böyledir. Yani şöyle ki, kendi dibe vurduğum zamanları düşünüyorum. Yetenek kursuna yazılıp resim çizmeye başlamıştım ve resim çizme yeteneğimin olduğunu farkettim. Harika işler çıkardım. O dönemde sanata merak sardım, gezmediğim kadar çok sergi ve müze gezdim, fotoğraf çektim. Bilgi sahibi oldum, dolayısıyla fikir sahibi de... Bence bu işler böyledir biraz. Hayatım düzene girince de uğraşacak başka şeylerim doğdu, artık zaman ayıramaz oldum resme, sanata, sergilere. Üzgün müyüm bunun için? Hayır... Çünkü o dönem her ne kadar benim için sanatsal olarak verimli geçtiyse de yaptığım hiçbirşey beni mutlu etmiyordu ve tatmin olamıyordum. İnsanlar bu ruh halinden çıkmak için çaba sarfetmek yerine üstüne giderse evet bunalıma girerler ama işin garip yanı ortaya çıkan sahne onları sevindirir. Daha fazlasını yapmak, daha başarılı olmak adına daha dibe iner, daha dibe, sonra da en dibe. Keyifli okumalar....

    YanıtlaSil