19 Eylül 2011 Pazartesi

Tezer Özlü yazısı.


Bazı yazarlar var, nerede ilk gördüm adlarını bilmiyorum. Tek bildiğim hayatlarına karşı konulamaz bir merak besliyorum. Ve bu yazarlar dönem dönem değişiyor. Örnek vermek gerekirse, 2008'de bir diğer Moskova yazında Nilgün Marmara-Sylvia Plath-Tezer Özlü üçlüsüne kafayı takmıştım. Bazı şeylere netlik getirmeliyim sanırım önce. İntihar fikrine uzağım. Zaten Özlü doğal yollardan ölmüştü. Depresif diye kesinlikle adlandırılamam (pms hariç). Beni meraklandıran bu kadınların X'iydi. X yerine mutsuzluk mu koyarsınız yokda başka bir kelime, olgu, his ya da durum mu, o size kalmış. Bu üçlünün her eserini okudum diyemem. Özlü'nün her şeyini okudum, evet fakat Marmara ve Plath için aynı şeyi söyleyemem. Neyse. Bir dönem bu kadınları merak ettim. Bir dönem Virginia Woolf'u. Çok sıradışı şeyler değil bunlar. Bakın ben ne de marjinalim diye yazmıyorum, biliyorsunuz. Sadece neden bu kadar deşiyorum bu insanları, işte onu çok merak ediyorum.

Bazen kızıyorum kendime. Özlü'yü okuyanlar bilir. Kitaplarında Günk, Hayalet, Süm vb. İsimler geçer. Mesela onlar kimdir, necidir o kadar merak ediyorum ki. Kitabı bir yana bırakıp onlar hakkında okumaya başlıyorum. Mesela bu magazin temelli merakım okuduğum metini gölgede bıraksa o zaman kendime kızarım ama tam tersi, bu insanları da tanıyınca ya da en azından kim olduklarını öğrenince, her şey daha anlamlı gelmeye başlıyor. Hani nasıldır bilirsiniz. Biri gelir, çok önemli bir dedikodu anlatır size. Aman kimselere söyleme diye yemin üstüne yeminler ettirir. Bu durumu bir kişilerini tanıyarak bir de dıdısının dıdısı hatta yüzünü dahi bilmediğimiz insanların başından geçti diye dinlediğinizi hayal edin. İki durumdan alacağınız zevkin arasında, evet kelime kesinlikle zevk hatta tatmin, haz tamamen farklıdır.

Neyse. Gelelim Tezer Özlü'ye. Biraz Çocukluğun Soğuk Geceleri'nden bahsetmek istiyorum. Kitap diğer evde kaldığı için basım yılı, yayınevi vb. Detayları veremiyorum, kusura bakmayın. Bu kitabı kaçıncı okuyuşum gerçekten bilmiyorum. Daha da okurum diye düşünüyorum. Her seferinde yeni bir şeye şaırıyorum. Hani derler ya genç ölenler, akılda hep öyle kalır diye. Sanırım Özlü öyle yerleşmiş benim zihnime.Dün bir hesapladım da, yaşasaymış 68 yaşında olacakmış. Ama o bu kadar duramamış, 43 yaşında gitmiş. Mesela ben kimle konuşsam, eğer Özlü'yü çok bilmeyen birisi ise yani sadece kulaktan dolma bilgilere dayanıyorsa temeli, “haa o intihar eden kadın mı?” diyor. Bilen tanıyan ise “doğal yolla ölüm ona hiç yakışmadı” diyor. Çok garip değil mi sizce de? Bir insanın intihar ile bu denli beraber anılması. Bir insana intiharı yakıştırmak. Kötü ya saçma demiyorum. Sadece garip.

Benim çok korkularım var. Hastalanmak, sevdiklerimi kaybetmek, yalnız kalmak ve delirmek. Delirmenin herkes için ihtimaller dahilinde olduğunun epey önceden farkına vardım. Ve korku hissi. Senden korkulması ve senin kendinden korkman. En çok da etrafındakilerden korkmak. Delilik bir korku hali bana kalırsa. Tezer Özlü'nün yazdıklarını, yaşadıklarını okurken ona en çok bir kadın olarak acıdım sanırım. Bir de deliliğinin daha doğrusu hastalığının arada gitmesi ama tekrar gelmeden önce kendisini hissettirmesi ve işte tam o anki çaresizlikler esnasında. Kolay mı? Hiç değil.

Bir de işte bu gibi yazarların yazdıklarından çok kendileri ilgilenme durumu var okuyucuda. Çünkü insanız, merak ediyoruz. Pavese'yi de merak ediyoruz ama bence ondan çok bu yazarın başından geçenleri öğrenmek istiyoruz. Çünkü insanız. Duyguların esirindeyiz.

Kalbimiz sol yanımızdadır ama ben Tezer Özlü'yü okurken kalbim değil de iki göğsümün arası sıkışıyor. Ama hani olmaktan korktuğun insanı okurkenki endişe ya da azap değil. Çok yalın, sadece onun için üzülüyorsun. Hiç tanımadığın bu kadını çekip alıp her şeyden kurtarmak istiyorsun. E tabi bu da mümkün değil. Çünkü o tam da şöyle söylüyor: “Acımın derinliğinde, benim için artakalan hiçbir şey yok. Yalnızlığımı algılamamın gururu bile.” Sonra soruyorum kendi kendime, bu kadar acı, bir küçük kadın, çok fazla değil mi? Gereğinden çok fazla? Haddinden fazla?

Peki onu diğer insanlardan farklı yapan neydi? Onu yüceltmek için sormuyorum bunu. Diğer bir deyişle, Tezer Özlü'nün derdi neydi, kiminleydi. Belki aramızda onun gibileri çok fazla, ki ben buna inanmıyorum. Sanki o görmekten kaçılanları gördü, kendine dert edindi. Elinden bir şey geldi mi? Pek mümkün değil, hiçbir zaman da olmayacak kurulu düzene kafa tutmak. Peki mutsuzluğu ona keyif mi veriyordu, mutsuzluğundan mı besleniyordu? Evet öyleydi dersem çok basite indirgemiş olurum hem onu hem de yaşadıklarını, yazdıklarını bence. Kim bilir, belki de böyle değildi hiçbir şey. Her şey anlık buhranlardan ibaretti. Ben de kendi kafamda kurduğum bir yazar profilini çözümlemeye çalışıyorum. Ne desem boş sanırım. En iyisi son sözü o söylesin.

All is the same
Time has gone by
Some day you come
Some day you'll die.
Some one has died
long time ago.

1 yorum:

  1. ne güzel bir yazı yazmışın. ben de belkide kendime yakın bulduğumdan ya da aynı umutsuzluk içinde olduğumdan bu dediğin yazarları severim. okumak isterim . dertleri neydi diyorsun.tüm farkındalığı olan insanlar gibi dertleri yaşamdı.hayatı anlama , anlamdırma çabalarıydı. edebiyat alanında dile getirdiler bu savaşlarını.birçok insan için umut kaynağıydılar bu yüzden.

    YanıtlaSil