"Kendimi bitkin ve aynı zamanda, pek coşkun buluyordum. Artık
gün ışırken gelecek olanı, ölümü düşünmek istemiyordum. Hiçbir şeye
benzemiyordu bu, sözcüklerden ya da boşluktan başka bir şeye rastlamıyordum.
Ama öbür noktayı düşünmeğe başlar başlamaz tüfek namlularını üzerime çevrilmiş
görüyordum. Arka arkaya belki yirmi kez öldürülüşümü yaşadım; hele bir
seferinde, gerçekten öldüğümü sandım: bir dakika uyuyabilmiştim. Beni duvara
doğru götürüyorlardı, ve çırpınıyordum; özür diliyordum kendilerinden.
Sıçrayarak uyandım ve Belçikalı’ya baktım: uykumda bağırmış olmaktan
korkuyordum. Ama o bıyığını buruyordu, hiçbir şeye dikkat etmemişti. İstemiş
olsaydım, bir dakika uyuyabilirdim sanıyorum: kırk sekiz saattir gözümü
kırpmamıştım, kolum kanadım kırılmıştı. Ama iki saatlik yaşamı yitirmeğe
niyetim yoktu: gün ışırken beni uyandırmağa gelmiş olacaklar, kalkıp uyku
sersemi peşlerine düşmüş olacak, “gık”demeden eşek cennetini boylamış
bulunacaktım; böylesini istemiyordum, anlamak istiyordum. Kabuslara uğramaktan
da korkuyordum. Ayağa kalktım, enine boyuna dolaştım ve düşüncelerimi
değiştirmek için, geçmiş hayatımı düşünmeğe başladım. Aklıma karmakarışık bir
yığın anı geldi. İçlerinde iyileri ve kötüleri vardı – ya da bunları ben
önceden böyle adlandırıyordum hiç değilse. Yüzler ve öyküler vardı içlerinde.
Şenlik’te Valence’da boynuz taktıran bir tüysüz delikanlının yüzünü,
amcalarımdan birininkini, Ramon Gris’ninkini gördüm yeniden. Öyküler anıladım:
1926 yılında üç ay nasıl işsiz kalmıştım, açlıktan az kalsın nasıl nalları
dikiyordum. Gırnata’da bir sıra üzerinde sabahlamış olduğum bir geceyi
anıladım: üç gündür yemek yememiştim, çılgına dönmüştüm, gebermek istemiyordum.
Gülümsetti bu beni. Nasıl da hırsla, mutluluğun ardından, kadınların ardından,
özgürlüğün ardından koşuyordum. Ne yapmak için? İspanya’yı kurtarmak
istemiştim, Pi y Margall’a bitiyordum, anarşist harekete katılmıştım, kamu
toplantılarında konuşmuştum: ölümsüzmüşüm gibi, her şeyi ciddiye alıyordum.
Şimdi bütün yaşamımı karşımda görüyorum duygusuna kapılıp
şöyle düşündüm: “Kutsal bir yalan bu. Son bulmuş olduğuna göre hiçbir şeye
değmezdi hayat. Nasıl gezip tozabildiğimi, kızlarla nasıl kırıştırdığımı
geçirdim içimden: sadece böyle öleceğimi tasarlamış olsaydım, serçe parmağımı
bile kıpırdatmış olmazdım. Hayatım, bir çanta gibi kapalı, sır dolu önümde
duruyordu işte, ama içinde her ne varsa gene de suyunu çekmemişti. Bir an,
hayatım üzerine yargı vermeğe kalktım. Şunu demek istemiş olacaktım: güzel bir
hayattır bu. Ama hayat üzerine yargı verilmezdi, bir taslaktı hayat; zamanımı
ölmezlik yolunda işler çevirmekle geçirmiş, hiçbir şey anlamamıştım. Hiçbir
şeye yanmıyordum: bir yığın şey vardı, manzanillanın tadı ya da Cadix
yakınındaki ufak bir koyda yaptığım deniz banyoları vardı yanabileceğim; ama ölüm
her şeyin büyüsünü bozmuştu.”
-
Duvar, Jean-Paul Sartre.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder