“Sevgili devekuşu,
Sürekli seni düşünüyorum. Sabah soğukta yürürken seni
düşünüyorum. Seni daha uzun süre düşünebilmek için bilhassa yavaş yürüyorum.
Akşam, senden başka bir şey düşünebilmek için küfelik olduğum partilerde (ama
içki tam tersi etki yapıyor) seni göresim geldiğinde seni düşünüyorum. Seni
gördüğümde ve görmediğimde seni düşünüyorum. Seni düşünmektan başka bir şey
yapabilmeyi o kadar isterdim ki! Ama beceremiyorum. Seni unutmamı sağlayacak
bir şey biliyorsan bana da söyle.
Hayatımın en kötü hafta sonunu geçirdim. Şimdiye kadar
kimseyi bu kadar özlememiştim. Sensiz, hayatım bir bekleme salonu.
Hastanelerdeki, floresanla aydınlatılan, zemini linolyum kaplı bekleme
salonlarından daha korkunç ne olabilir? Bana bunu yapmak insanlık mı? Üstelik bekleme
salonunda yapayalnızım; ne bana derdimi unutturacak kanamalı ağır yaralılar, ne
bir sehpanın üzerine bırakılmış oyalayıcı dergiler, ne de beni bu bekleyişin
biteceği konusunda umutlandıracak, sıra numarası dağıtan makineler var... Feci
karnım ağrıyor ve beni kimse tedavi etmiyor. Aşık olmak bu işte: Senden başka
ilacı olmayan bir karın ağrısı.
Alice. Bu ismin hayatımda bu kadar önemli bit yeri olacağını
nereden bilebilirdim? Mutsuzluktan söz edildiğini duymuştum, ama mutsuzluğun
adının Alice olduğunu bilmiyordum. Alice, seni seviyorum. Birbirinden ayrılması
imkansız iki sözcük. Senin adın Alice değil, ‘Alice-seni-seviyorum’.
Çok çok efkarlı sevgilin Marc.
- Aşkın Ömrü Üç Yıldır, Frederic Beigbeder
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder