9 Kasım 2011 Çarşamba

Kötülük Üzerine Bir Deneme - Terry Eagleton.


“Şeytanın trajedisi, hiçliğin yazarı ve boşluğun mimarı olmasıdır.” - Sebastian Barry.


Edebiyat Kuramı'na ilgisi olan herkesin en az bir kere adını duyacağı kimselerden biri Terry Eagleton. Ondan kaçış yok gibi. İyi ki de yok gibi. Ben bu İrlanda kökenli İngiliz Edebiyat eleştirmeni ile Edebiyat Eleştirisi Üzerine ve Edebiyat Kuramı adlı kitapları sayesinde tanışmıştım. Bu kitapları da kesinlikle öneririm. Kötülük Üzerine Bir Deneme ise, kesinlikle çok yoğun ve okuyucuyu çok şey öğrenmeye, sorgulamaya ve düşünmeye iten bir çalışma.

Terry Eagleton, 1943 yılında Salford'da doğmuş. Pek iyi üniversitelerde edebiyat profesörlüğü yapmış. Ben onu bir de New Left Review'da yazdıklarından tanıyorum. Kötülük Üzerine Bir Deneme ise On Evil adıyla 2010 yılında çıkmış. Oldukça yeni bir kitap. Benim elimdeki ise (elbette) İletişim Yayınları'ndan çıkmış, Şenol Bezci tarafından tercüme edilmiş, Edebiyat Eleştirisi serisine ait bir kitap. Bu seriye daha sonra başlı başına bir yazıda değinmeyi planlıyorum. Bana kalırsa mükemmele yakın bir tercüme.

Ve başlıyorum.

Kötülük nedir?
Her kötü davranış benzer derecelerde kötülüğü mü içinde barındırır? Kötü ne zaman yeteri kadar kötüdür?
Kötülük nedir?

Kitabın bir nevi çıkış noktası 15 yıl önce İngiltere'de iki “çocuk” tarafından bir bebeğin işkence edilerek öldürülmesi denebilir. Olay çok sorunlu. Neden çok sorunlu. Neden bu kadar rahatsız edici?
1. öldürülen bir bebek
2. öldürenler çocuk
3. öldürme yöntemi içerisinde işkenceyi barındırıyor

Ne yapmaya çalışıyoruz mesela bu olayı ilk duyduğumuzda, ya da içerisinde kötülük barındıran herhangi bir olayı duyduğumuzda? “Neden” sorusunu soruyoruz. Hemen mantık çerçevesine yerleştirip olayı aklamak için olmasa da bir sebep arıyoruz. Peki kötülük mantıkla açıklanabilir mi? Kötülük anlaşılabilir mi?

Eagleton'ın kitap boyunca, bana kalırsa bastıra bastıra söylediği bir şey var, “Kötülük anlaşılmazdır, sadece kendisi için bir eylemdir. Ve bir eylem anlamdan ne kadar uzaksa, o kadar kötüdür.” Fakat ardından da ekliyor. "Kötülük gündelik toplumsal şartların ötesine geçse de tamamen esrarengiz bir olgu değildir."

Kötülük, suç kavramlarını açıklama konusunda iki ayrı kamp/görüş vardır diyebiliriz. Birincisi, insanların eylemlerinin açıklanabileceğini savununlar. Böylelikle insanların kötü olamayacaklarına inanırlar. İkinci grup ise kötü insanların varlığına dayandırır görüşlerini ve bu noktadan sonra da detaylar üzerinde daha fazla vakit harcanmaz çünkü bu insanların içlerinde kötülük olduğu konusunda hemfikir olunduktan sonra söylenebilecek çok da fazla şey kalmaz.

Kitap boyunca, Eagleton'ın kafasını kurcaladığı gibi benim de kafamı şu kurcaladı epeyce, insanlar içinde bulundukları toplumsal, kültürel vb. koşullardan tamamen ayrı bir şekilde mi değerlendirilirler kötülüklerine bakılırken? Bana kalırsa hayır. Çevreden etkilenir insan. Ama bu etkilenmenin yüzdesini artırdıkça da insanlara zombi muamelesi yapıyor gibi olmuyor muyuz? Kant gibi insan kendisinden sorumludur demekten o kadar uzaklaşıyoruz ki her şey ütopik bir hal almaya başlıyor. Ama işte Eagleton'ın da dediği gibi, insan olmanın getirdiği bazı farklılıklar var. Sosyal etkilerden uzak kalamayız. Bir yığın sosyal beceri edinmeden işkence edemez, katliam yapamayız diyor ve ekliyor, “Yalnızlığımız bile bir kömür kovasının ya da Golden Gate Köprüsü'nün yalnızlığı gibi değildir.” Ve şu da ilginç, insanlar belirli ölçüde bir özerklik elde edebilir toplumdan, diğer insanlardan ve bunun geneli olan içinde bulundukları çevreden. Ancak kötü, kötü burada kötü olan manasında, tam bir bağımsızlık ister. Hiçbir şeyle bağı kalmasın, kaybedebileceği hiçbir şey kalmasın böylelikle.

Günah kavramı da oldukça ilginç bana kalırsa. Hristiyan teolojisine sıklıkla referans veriyor Eagleton. Ancak dili ve anlatımı son derece açık, yorucu ya da sıkıcı değil. Şu soruyu temelde ele alıyor günah kavramını incelerken, “Günah insana karşı mı yoksa Tanrı'ya karşı mı işlenen bir suçtur?” Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Ben açıkçası günah kavramını Tanrı'dan bağımsız ele almayı tercih ederdim. Böylelikle günahın özüne inilebilir. Ama günahın kaynağı ne derseniz, işte işler orada biraz karışmaya başlıyor.

Bahsetmek istediğim diğer bir nokta ise ölüm ve kötülük arasındaki bağ. Eagleton şöyle söylüyor, “Neticede kötülük ölümle ilgilidir- ama kötü kişinin öldürdüğü kadar kötülük yapan kişinin ölümüyle de.” Bunu anlamak biraz zaman alıyor ama önemli bana kalırsa. Eagleton'a göre ölüm, vücudu anlamsız bir madde parçasına indirgeyen bir olay. Böylelikle maddesellik ve anlam ayrışmış oluyor. Bu noktada maddeselliği vücut, anlamı da ruh olarak düşünebiliriz bence. Ve dahası, kötülük beden ve ruhun arasındaki bir çatışmaysa, ölüm de maddesellik ve anlam arasındaki ayrışma. Böyle bakınca, her ne kadar birazcık karmaşık da olsa, ölüm ve kötülük birbirlerine son derece benzemiyorlar mı?

Bir de kötülüğü insanlığın değişmez özü olarak görme sorunu var. Hobbes da bunu söylüyor, Bernstein da. Eğer buna inanırsak, insan insanın kurdudur dersek, o zaman kötülüğe karşı yapacak hiçbir şey olmadığını da kabul etmiş mi oluyoruz acaba? Biraz fazla dogmatik bir düşünce mi yoksa bu? Adalet sağlama isteğimiz buradan geliyor bana kalırsa. Ne kadar başarılı olabiliyoruz? Adalet sağlıyoruz da sorunun köküne inebiliyor muyuz? İnmek mümkün mü? Asıl korkunç olan, Zizek'in de belirttiği gibi, kötünün bizi hep geri dönmekle tehdit ediyor olması mıdır? Hannah Arendt'in Banality of Evil (Kötülüğün Sıradanlığı) kitabından bir şeyler okumak hoşuma gitti. Daha önce de çok ilgimi çekmişti Arendt ve şundan bahseder, 2. Dünya Savaşı sırasında ölüm kamplarında ki zaten kötülük üzerine kaleme alınmış çalışmaların hemen hemen hepsi Nazilerden bahseder. Ne diyordum. Arendt tüm bu soykırım esnasında Nazi subaylarının ve diğer tüm görevlerinin görevlerini ki bu görev insan öldürmek oluyor, nasıl da içselleştirebildikleri üzerine ve kötülüğün artık ne denli sıradan bir şey haline geldiğine dikkat çeker. Arendt'in özellikle üzerinde durduğu ise Adolf Hitler'in yardımcısı, en suçlulardan biri olan Adolf Eichmann ve bu adamın gerçeklikten kopukluğudur. Ve Arendt'e göre bu adamın bu denli “suçlu” olmasının en büyük sebebi salt düşüncesizliktir, yani aslında kötülüğü kendi doğrusu olarak seçen karakterlerden biri değil. Sorun, kendisine verilen emirleri sorgulamadan kötülüğü bu denli sorunsuz bir şekilde içselleştirmesi ve normalleştirmesi.

Bana göre kötülük ne? Ben sanırım Kant'ın yaptığı kadar ahlaka bağlayamayacağım bu durumu. Kant, insanların en aşalığı bile ahlak kurallarının yetkesinin farkındadır der. Bence kötülük ahlaksızlıktan çok daha fazlası. Kötülük, kişinin içinde tamamen farklı duyguları ve sezileri harekete gerçiren bir şey. Diğer duygu ve hareketlerle karşılaştıracak olursak, mesela sevgi, sevgi tek başına gelmez. Beraberinde kendisine benzer “iyi” duyguları da beraberinde getirir. Fakat kötülüğün kendisi tek başına o kadar güçlüdür ki. Zaten büyük olasılıkla gücünü tek başınalığından alır. Bu nedenle kötülük bir göz dönmesi hali. Bundan zevk alma ve gitgide hep daha fazla kötülük isteme durumu. Bir tür sanrı. Kötü olanın içinden çıkamadığı, çıkma gibi bir fikrinin olmadığı.

Az önce de bahsettiğim gibi, kötülük üzerine yapılan akademik/yarı akademik çalışmalarda Yahudi soykırımından bahsetmemek olmaz. Peki nedir Yahudi soykırımını bu denli farklı kılan? Mao ve Stalin de insanları öldürdüler. Eagleton'a göre fark, Mao ve Stalin'in bu katliamları belli bir amaç doğrultusunda yapmış olmalarıydı. Fakat kitlesel sebepsiz kötülük örneği azdır. Yahudi soykırımı ise mükemmel bir organizasyon üzerine kurulu fakat genelinde anlamdan/amaçtan yoksun bir girişimdir. Stalin ve Mao'da, vahşi de olsa bir rasyonellik vardır. Yahudi soykırımı ise aklın yanından dahi geçemez. Eagleton'ın parmak bastığı bir diğer nokta ise günah keçinizi öldürürseniz geriye elinizde ne kalacağıdır? Evet, 6 milyon insanı öldürdünüz. Peki şimdi kimin peşine düşeceksiniz? Dediğim gibi, akıldan çok ama çok uzak. Her şey. Ötekini yok etmenin çirkin hazzı, kendinize yaşadığınız ispat etmenin en güçlü yollarından biridir denir. Ne acı.

Kitapta, kötücül romanlar başlığı altında incelenen eserler var, bazıları şöyle: Sineklerin Tanrısı (William Golding), Oliver Twist (Charles Dickens), Pincher Martin (Henry Fielding), Mirasçılar (William Golding), Üçüncü Polis (Flann O'Brien). Belki bakmak istersiniz bu kitaplara.

İletişim'den çıkan ve beğenmediğim bir kitap yok gibi. Ve bence vakit kaybetmeden bu kitabı alın okuyun. Gerçekten.

Kötülük aşağı yukarı beraberinde yukarıdakiler gibi soruları da beraberinde getiriyor. Kimi zaman kötülük ayrıntıda kayboluyor. Kimi zaman hiç kaybolmuyor. Kaybolsa ya.

Peki Tanrı neden başka türlü bir dünya yaratmadı?

6 yorum:

  1. özellikle sineklerin tanrısı çocukların arasında oluşan kötülüğe örnek olması bakımından kült kitap.insan doğasında varolan kötülüğü çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor..

    YanıtlaSil
  2. Ben de şu sıralar Eagleton'ın Eleştiri Ve İdeolojisi'ni okuyorum.Ama bu kitabı da çok merak ettim.

    YanıtlaSil
  3. Birkaç hafta önce bir kitapçıda rast gelmiştim. İsmi ve konusu oldukça ilgimi çekmişti ancak yazınızla beraber almaya karar verdim. Çok güzel bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
  4. Teşekkür ederim, bence de alın, beğenirsiniz.

    YanıtlaSil
  5. Şenol Bezci üniversitede hocamdı, kitabı ilk merak ediş sebebim bu.
    ikincisi de sen oldun =)

    YanıtlaSil
  6. Aa gerçekten hocan mıydı? Mükemmel çevirmiş.

    YanıtlaSil