14 Temmuz 2013 Pazar

The Queen - Stephen Frears

Çok çok sıcak bir başka Temmuz gününü gölgeler ve serin yerlerin peşinde; kitap okuyarak ve film izleyerek geçirdim. Sıcak ve sivri sinekler haricinde halimden gayet memnunum. 

Açıkçası başrollerini Helen Mirren, James Cromwell ve Alex Jennings'in paylaştığı, 2006 yapımı bu filmin varlığına dair herhangi bir fikrim yoktu ta ki bugün elime geçene kadar. Her ne kadar ben kraliçenin hayatı üzerine kurulduğu fikriyle izlemeye başlasam da anladım ki 1997'de Prenses Diana'nın Paris'te bir araba kazasında hayatını kaybetmesinden sonra gelişen olayara odaklanıyor. Kraliçenin tutumu, Prens Charles'ın çabaları, yeni başkan Tony Blair ve üzüntüden ne yapacağını bilemeyen İngiliz halkı...

Prenses Diana'nın cenazesini hatırlıyorum, televizyonlar naklen vermişti. Biz o gün annemle beraber yazlıktaydık, annem de dahil olmak üzere tüm komşu kadınlar kendilerinden geçerek ağlamışlardı. O zaman bir anlam veremesem de, şimdi bakınca kendi hallerinde olan bu kadınların olayı, bahtsız gelin-cadı ve kalpsiz kayınvalide çatışmasına indirgediklerini şimdi net bir biçimde görebiliyorum. Kayınvalideler hep huysuz ve kötü kalpli, gelinler ise hep mazlumdu; İngiliz kraliyet ailesinde bile. 

Leydi Diana'nın hikayesi pek ilgimi çekmese de hakkında binlerce kitap yazıldığını biliyorum. Açıkçası film merakımı canlandırdı, belki araştırıp, göreceli olarak daha elle tutulur bir çalışmayı okumayı düşünebilirim. Bilmiyorum, olayın magazinsel tarafı değil de kraliyetin kendi iç dinamikleri ilgimi çekti daha çok sanırım.

Filme dönecek olursak, İngiliz yakın tarihindeki iki önemli olayı temel alıyor: Tony Blair'in iktidara gelişi ve Leydi Diana'nın ölümü. Sonrasında olayları Kraliçe Elizabeth'in tarafından görüyoruz. Hatırlatmakta fayda var, Diana vefat etmeden önce kraliçenin oğlu Prens Charles'tan boşanmıştı, aile ile arası hiçbir zaman pek iyi olmamıştı. Ancak yer aldığı hayır işleri ve genel sempatikliği sebebiyle İngilizler onu çok seviyordu. Ölümünden sonra kraliyet ailesinin sessiz kalışı halkın büyük bölümünün tepkisini çekti. Sonrasında işler tekrardan dengeye gelse de, epey çalkantılı bir dönemden geçildi. İşte film izleyiciye durumu, birden fazla aktörün dahil oluşu üzerinden veriyor.

Beni en çok etkileyen sanırım Balmoral Kalesi arazisindeki geyik avı oldu. Olayların tam ortasında beliren bu geyik ve sonrasında öldürülüşü sanki kraliçe için duygularını ifade edebildiği alandı, onu sadece burada ağlarken görüyoruz. Geyiğin neyi sembolize ettiğine dair soru sıkça sorulmuş anladığım kadarıyla, alternatif cevaplardan birine şuradan ulaşabilirsiniz. Bu sahne kurguya dayanıyormuş, gerçekte yaşanmamış.

Filmin IMDb notu 7.4/10, sayfasına şuradan ulaşabilirsiniz. Ben filmi beğendim açıkçası, 7 yıldız verdim. Oyunculuklardan ve sinema işlerinden pek anlamadığımı bir kez daha itiraf etmeliyim, sıradan izleyici olarak iyi vakit geçirdim, dahası beni konu hakkında bir şeyler okumaya itti, çoktan saatlerimi Wikipedia'da İngiliz kraliyet ailesi hakkında bir sürü şey okurken geçirdim bile.

image

4 yorum:

  1. Sende bizim ilgimizi çektin - en azından benim- izlenicekler listesime eklendi :))

    YanıtlaSil
  2. Ben severim Prenses Diana'yı; hatta okulda ölümünün ardından "neden ölmüş olabilir?" gibi bir paper yazmıştım (azıcık psikopatmışım sanırım; buraya yazınca farkettim)... Filmi ilk çıktığında izlemiştim; şu anda tam hatırlamıyorum bile. Ama Helen Mirren'ın hareketlerinin, özellikle yürüyüşünün kraliçeninkinin aynısı olmasına hayran kalmıştım. Halen hayatta olan birini canlandırmak nasıl bir duygudur acaba?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet evet ben de yürüyüşüne epey dikkat ettim, çok çok başarılıydı (: Role nasıl hazırlandı acaba..

      Sil