Bahçedeki palmiyenin dibinde okudum bu kitabı, minik yuvarlaklar palmiyenin yenemeyen meyvelerinin kurumuş halleri
Geçen ay ani bir şekilde psikolojiye merak sarmıştım, blogun
takipçileri belki hatırlarlar, sonra geldiği gibi de gitmiş gibiydi. Bu hafta o
merak nöroloji ile birleşip bambaşka bir hal aldı. Ne garip meraklar, zaten hemencecik sıkılıyorsun
demeyin, ben epey eğleniyorum. Ama evet haklısınız, geldikleri gibi hızlıca
gidiveriyorlar. Ben de hazır buradalarken merakın itkisiyle konuya dair bir
şeyler okuyorum.
Oliver Sacks son keşfim, hayranı oldum, gerçekten, Goodreads’de
de mesela hayranı oldum. 1933 doğumlu Sacks Amerika’da yaşayan bir İngiliz nörolog.
Türkiye’de kitapları Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyor, belki başka
yayınevinden de çıkmıştır ama ben görmedim. Aslında 1-2 sene önce Karısını
Şapka Sanan Adam’ı görmüştüm kitapçıda, ne acayip kitap ismi demiştim, sonra
unutup gittim. Prag seyahati için de minik çantama sığacak ince bir kitap
arıyordum (evet, bazen kitap seçimlerim böyle saçma belirleyiciler üzerinden
şekilleniyor), bunun üzerine Oaxaca Günlükleri'ni aldım. Bir solukta bitirdiğim bu gezi
günlüğünün daha ilk sayfalarında bir Sacks hayranı olmuştum bile. (Oaxaca Günlükleri yazısı da pek yakında blogda) 1995 yılında yayınlanmasından sonra Mars’ta Bir Antropolog, epeyce ünlenmiş, pek beğenilmiş yurt dışında. Goodreads puanı da iyi, 4,16/5. Peki nelerden bahsediliyor bu ilginç isimli kitapta? 7 hastanın hikayesi anlatılıyor, hepsi de nörolojik rahatsızlıklardan muzdaripler. Detaylardan biraz sonra bahsedeceğim ama bana bu kitap gerçekten çok önemli bir şey öğretti. Şöyle ki, nörolojik rahatsızlıklar akla hemen hastanın eksikliklerini, yapamadıkların ve tahminen hayatlarının sonun kadar yapamayacakları şeyleri akla getirir, doğrudur da. Eğer otistik bir yakınınız varsa tahminen çok uzun süre (belki de hiçbir zaman) sizinle göz kontağı kurmayacaktır, ona sarılmanıza izin vermeyecektir, size sevgisini hiçbir zaman göstermeyecektir; tüm bunları bizim bildiğimiz yollardan yapamayacaktır. Peki sevgimizi sadece söyleyerek, sarılarak mı gösteririz? Elbette hayır. Doğuştan görme engelli ya da sonradan bu duyusunu yitiren biri evet, nüfusun çoğunluğu gibi göremeyecektir çevresini, renkleri sadece lekeler olarak görecektir, belki de daha karanlık olacaktır görüşü. Yine aynı soru, bizim bildiğimiz ve alıştığımızın dışında görme formları yok mudur? Elbette vardır. Ama nedense bu 'rahatsızlıklar' aklımıza hemen yapılabilenler ve yapılamayanlar listelerini getirir, öyle yapmasak keşke.
Yakın çevremde nörolojik bir rahatsızlık geçirmiş, geçirmekte olan biri yok. 1000 kişiden birinde görülen, yani son derece yaygın olan otizmli bir tanıdığım ise geçen sene oldu. Arkadaşlarımdan birinin kardeşine otistik tanısı kondu. Onun anlattıkları üzerinden otizm’i ne kadar az bildiğimi fark ettim. Arkadaşımın pek yakışıklı minik kardeşi de birçok otistik gibi konuşmuyor, pek sevdiği ablasına bile kendini öptürmüyor, ama bir o kadar da yaramaz ve her çocuk gibi yerinde duramıyor. Her çocuk gibi onun da sadece kendini dahil ettiği bir dünyası var. Tüm bu anlattıklarımla beraber, Sacks bana şunu düşündürdü, zaten o da birçok kez dile getiriyor bunu kitap boyunca; eğer bir kişinin nörolojik rahatsızlığı varsa, diyelim ki göremiyor, bu durum o kişinin kendine ait bir dünya yaratmasına engel midir? Bizim bildiğimiz, içinde yaşadığımıza alternatif dünyalar olamaz mı, görmek için göz yerine parmak uçlarının kullanıldığı, sevginin sarılarak değil de başka başka şekillerde gösterilebildiği? Elbette olabilir, oluyor da. Sacks kitabıyla bunu bir kez daha kanıtlıyor.
Sacks kitabında 7 hastanın hikayesini anlatıyor. ‘Hasta’
kelimesi ise bildiğimiz hasta tanımıyla örtüşmüyor, ancak daha iyi bir
alternatif olmadığından (en azından benim kelime haznemde) ben de bu
terimi kullanmaya devam edeceğim. Kimler peki bu hastalar, geçirdiği bir kaza
sonrasında renkkörü olan ressam Bay I., beynindeki bir tümör sebebiyle fiziksel
görünüşü ve en önemlisi karakteri tamamen değişen Greg, Tourette sendromlu
cerrah Dr. Bennett, 30 yıldan sonra tekrar görmeye başlayan Virgil,
hafızasındaki çocukluk köyünden başka bir şey çiz(e)meyen ressam Franco, süper
yetenekli çocuk ressam Stephen, ve pek ünlü Temple Grandin.
Hikayeleri anlatmayacağım, hem çok uzun sürer hem de kitabı okumak isteyenlerin tüm eğlencesini kaçırmış olurum. Ancak beni en çok etkileyen
altıncı hikaye, yani Stephen’ın hikayesinden bahsetmek istiyorum. Stephen
otistik, erken yaşlarda konan bu tanı onu böyle bir kategoriye dahil etse de
resim yeteneğine bir engel değil, bir de bu yetenek sıradan bir yetenek de
değil. Stephen genelde binaları çiziyor, hafızasında. Devasa bir binayı en ince
ayrıntısına kadar çizebilmesi için birkaç saniye bakması yetiyor. Bu
yetenek ona hem ünü hem de zaman içinde yeteneğinin sağladığı sosyalleşme
sonucunda insanlarla iletişiminde artışı da beraberinde getiriyor. İşin ilginç
yanı, 17 yaşındayken, çizim yeteneğine ek olarak bir de bir müzik dehası olduğu
ortaya çıkıyor. Ailesinin ilgi ve desteği, aldığı eğitim sayesinde kendi
yemeğini yapabiliyor, kızlardan hoşlanıyor, espriler ve şakalar havada uçuşuyor. Bazı otistiklerin bir alanda çok çok yetenekli
olduğu biliniyor; bu çizim yeteneği olabilir, işlem yeteneği olabilir ya da
daha farklı alanlarda da görülebilir. Bu noktada ilgi ve destek, kişilerin
hayatlarının şekillenmesinde önemli rol oynuyor gibi, en azından benim anladığım bu.
Temple Grandin, yani son hikayenin kahramanı belki size de tanıdık
gelmiştir, ismi ilk okuduğumda bir yerlerde daha önce hakkında bir şeyler izlediğimi hatırladım çünkü. Grandin, yakın zamanda filmi de çekilmiş olan bir otistik, şu anda
doktorasını yapıyor, büyük baş hayvanlar üzerine. Bu konudaki tasarımları epey ünlü, kullanılıyor; yani o hem akademisyen hem de iş kadını. 3 sene önce filmi izlemiştim, size de öneririm. Sacks'ın kitabının
adı da Grandin’in hikayesinden çıkıyor zaten.
Sacks’ın da dediği, her insan içinde bulunduğu duruma uygun
olarak, özgün bir gelişim gösterir. Bu özgünlük de 'engelli' olarak
adlandırdığımız kişilerin eksilerini artıya dönüştürmesine sebep olur. 30
yıldan sonra görmeye başlayan Virgil’in gören biri olarak yaşadığı zorlukları
okumak gerçekten çok ilginçti. Ya da 65 yaşında geçirdiği kaza sonucu renkkörü
olarak hayatına devam eden ressamın bu koşullar altında sanatına yepyeni bir
çehre kazandırması. Benim anladığım, bizim felaket olarak gördüğümüz şeylere
insan zihni kısa sürede uyum sağlayabiliyor, yeter ki gerekli olan istek ve motivasyona bir zarar gelmesin.
Daha önce hiçbir kitabın bu kadar ani olarak bir şeylere
bakışımı değiştirdiğine şahit olmamıştım. Bu açıdan Sacks ve kitabı beni çok
çok etkiledi. Nöroloji ilginizi çeksin ya da çekmesin, yazarın anlattıklarına kayıtsız kalmak mümkün değil. Bundan sonra benim 'Herkesin
Okuması Gereken Kitaplar' listemde kesinlikle yerini alacak Mars’ta Bir Antropolog.
Hastalıklar hassas konular, bu nedenle kelime seçimlerimi
çok dikkatli yapmaya çalıştım, yine de rahatsız edici ve kırıcı bir şeyler söylediysem
istemeden, kusura bakmayın.
İki haftadır bir hastanenin nöroloji servisinde refakatçi olarak yaşayan ben bile birkaç öykülük malzeme biriktirdim. Oliver Sacks kitaplarını çok merak ettim şimdi.
YanıtlaSilSerpil
Eminim öyledir, o zaman sizin için Oliver Sacks ile tanışmak için son derece uygun bir zaman (:
SilO kadar güzel anlatmışsınız ki okumak için sabırsızlanıyorum!
YanıtlaSilBeğenmenize sevindim (:
Sil