Aklımda, Prag’da olduğum sürece seyahati gün gün yazmak
vardı ancak pek mümkün olamadı. O kadar yoruldum ki dolaşmaktan, otele geldiğim
an uyuyakaldım. Gecikmeli de olsa Prag günlerini, gün gün yazıyor olacağım.
Umarım siz de benim kadar keyif alırsınız, ekran başından olsa bile.
İstanbul’dan Prag uçakla 2 saat sürüyor. Kalkış, yemek, iniş
derken zaman bana kalırsa son derece çabuk geçti, ki ben uçak yolculuklarında
çok sıkılan biriyimdir. Sağ ve sol
yanımda oturanlar (sağdaki erkek arkadaşım) uçakta epey gerilen insanlar
olduklarından onlarla muhabbet etmek pek mümkün olmadı. Ben de zaten kısa olan
uçuşu biraz kitap okuyarak, biraz da Prag gezi rehberine bakarak geçirdim,
servis edilen kahvaltıyı yedim ve hop Prag havalimanına indik! Hem de hiç sallanmadan, hava boşluğuna düşmeden.
Pek de büyük olmayan bu havalimanında çok vakit harcamadık,
sadece sırt çantalarımız vardı zaten, bavul da beklemedik. Şehre giden otobüs için bilet aldık, 5-10
dakika içinde de klimasız otobüse bindik, en azından oturacak yer bulduk. Şehir
merkezine kadar böyle gittik, 15-20 dakika sürdü. İlk olarak hava çok şaşırttı
beni. Açıkçası bu kadar sıcak olacağını beklemiyordum, hatta keşke yanıma uzun kollu bir şeyler alsaydım diye düşünüyordum, iyi ki almamışım. Nem oranı çok çok fazla
yüksekti ve 2 gün aşırı sıcak, 2 gün sağnak yağmurlu hava gezi planımızı kısmen
de olsa etkiledi. Her neyse, şehir merkezine geldikten sonra otelimize doğru
yürümeye başladık. Yarım saat kadar da o sürdü, öğlene doğru artık iyice
yorulmuştuk. Otele varınca eşyalarımızı bıraktık, soğuk bir şeyler içtik ve
kendimizi tekrar dışarı attık. Turistlerde görülen o her türlü yorgunluğa
rağmen baki kalan gezme, görme isteği bize tekrardan enerji vermişti, iyi ki de vermişti çünkü Prag'da görülecek çok fazla şey vardı.
İlk iş elimizdeki paraları Çek parasına çevirdik. Exchange
ofislerinin her birinin kendi değişim oranları ve komisyonları olduğundan dikkat
etmek lazım, şehir merkezinden biraz uzaklaşıp hallederseniz bu işi daha karlı
çıkabiliyorsunuz benim anladığım. Meydana gelmeden önce yolumuzun üzerinde
Powder Tower vardı (ilk fotoğraf), eskiden barutların saklandığı kule. Sivri çıkıntıları, koyu
rengi ile gotik mimarinin net bir örneği. Mimari bilgisi son derece zayıf
olan ben bile bunu farkedebildim. Stare Mesto, eski meydanın olduğu semte
verilen ad. Turist kalabalığından adım
atmanın zor olduğu bu yerde hediyelik eşya dükkanları, cafeler, restoranlar ve
bir de çok lezzetli şeyler satan bir Belçika çikolatacısı var. Adını
hatırlamasam da zaten tek bir çikolatacı olduğundan meydanda bulmak pek zor
olmaz. Bir de benim pek sevdiğim Hard Rock Cafe var, Amerikan mutfağı
sevenlerin bayılacağı bir yer burası. Fiyatlar nasıl derseniz bu meydanda,
maalesef pek ucuz değil. Yemekler orta karar, alkollü içecekler epey ucuz,
çikolatalar pahalı, Hard Rock Cafe ise epey pahalı bulunduğu her şehirde olduğu gibi, hediyelik eşya dükkanları ise
konumlarına bağlı olarak fiyatlarında değişiklik gösteriyor. Biz kısıtlı öğrenci
bütçelerimizden dolayı çoğunlukla fast food yemek zorunda kaldık. Ancak
marketler pek pahalı değil, lezzetli sandviçler bulmak mümkün.
İlk günün geri kalanını tarihi meydanda dolaşmakla
geçirdik, şans eseri hediyelik eşyaların merkezdeki dükkanlara göre daha uygun
fiyatlara bulabileceğimiz bir pazarı keşfettik. Size bir diğer tavsiyem, ilk
günden hediyelik eşya alışverişinde kendiniz kaybetmemeniz. Gezdikçe hem daha
güzel şeyler gözünüze çarpıyor, hem de fiyat açısından en uygununu
seçebiliyorsunuz. Biz bu nedenle alışverişi en son güne bıraktık. Bahsettiğim
pazarın adı ise Havelske Trziste. Hemen karşısında çok güzel el yapımı kukla ve
tahta oyuncakların satıldığı bir dükkan var, Suvenyr Praha adı, yukarıda fotoğrafını görebilirsiniz. Oraya
uğramanızı mutlaka öneririm. Tarihi meydanda neler var derseniz, St.Niklaus
Kilisesi (hemen üstteki fotoğraf, bu kareden hemen sonra sağnak yapğur başladı), Tyn Kilisesi, Kinsky Sarayı . Bir de aşağıda gördüğünüz tarihi astronomik saat. Yüz yıllardan beri durmadan çalışan bu saatin başı saat başlarında inanılmaz kalabalık oluyor. Sebebi ise her saat başı ortaya çıkan kuklalar ve sergiledikleri mini gösteri. Yorulduğumuzda meydan yakınlarındaki
Cafe Coffee Time’a oturduk, çok lezzetli meyve suları ve devasa Türk kahveleri
var, her ne kadar bildiğimiz kahveye benzemese de ben çok sevdim, yine de içinde meyve parçaları bulunan meyve sularını ve çilekli pastasını öneririm.
Tahminen bir rehberle gezip gezmediğime dair sorular
gelecek yorumlarda. Rehberle gezmedik, ancak yanımızda daha önce Prag’a gelmiş bir
arkadaşımız vardı, o epey yardımcı oldu. Bir de Dost Yayınevi’nin yarı harita,
yarı rehberi vardı yanımızda. Yol bulma konusunda da ondan faydalandık, gezilip
görülecek yerler listesini de gitmeden yapmıştık zaten. Ancak detaylı bir tarih bilgisi
eşlik etseydi gezimize hiç de fena olmazdı açıkçası. Son günlerde öğrendik ki,
bir şirketin ücretsiz rehberlik hizmeti varmış. Ücretsiz değil elbette de,
rehberler yirmili yaşlarda gençler, 2-3 saatlik tur öncesinde para almıyorlar,
tur sonunda bahşiş topluyorlar. Denemedik, bu yüzden nasıl olduğuna dair yorum
yapamayacağım.
İlk günden aklımda kalanlar bunlar, otele dönerken her yerde karşımıza çıkan süper market zinciri Billa'ya uğradık, atıştırmalık bir şeyler aldık. Otele gider gitmez de uyuyakaldım zaten, aldıklarımı bile yiyemeden. Sonraki günler elbette çok daha dolu dolu geçti. Ancak gezi boyunca girip çıktığımız
dükkanlarda, kafelerde ve en önemlisi otel odalarımızda klima olmaması çok fena
oldu. Yine de ilk günün sonunda bizi son derece keyifli 4 günün beklediğini
farkettik.
İkinci günde neler yaptık, nerelere gittik, hepsi yarın
blogda!
Merhabalar... Sanattan ve gezi yazılarından hoşlanıyorsanız Kafa'ya, yorumlarınızla beklerim. :)
YanıtlaSilO Belçikalı çikolatacı Leonidas olmasın?!? :)
YanıtlaSil