Prag seyahatinin ikinci gününde neler yaptık? Galiba en dolu
geçen gündü bu.
Otelde kahvaltı veriliyordu ancak içeriği sebebiyle Prag
günlerine aç başlamak zorunda kaldım. Normalde kahvaltıda peynir, domates ve
ekmekten pek başka bir şey yemem. Otelin kahvaltısında ise 4 çeşit et,
birkaç çeşit yulaf ve marmelat olunca pek de taze olmayan kruvasanları kemirmek
zorunda kaldım. İkinci günde de bu kısa kahvaltıdan sonra sokağa attık
kendimizi, hava bir önceki güne göre epey kapalıydı ve yanımızda şemsiye yoktu, kısa bir süre sonra ıslanacağımız son derece barizdi. Her
neyse, yine otelden meydana doğru yürümeye başladık, ikinci günün hedefi ünlü
Charles Köprüsü’nü görmekti. Trafik çok düzenli, insanlar genel olarak sakin
olduğundan Prag yollarında yürümeyi ben epey sevdim. Ancak turistik yerler için
aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Merkeze gidene kadar neler vardı peki yol üstünde? Elbette Starbucks, birkaç tane Çin ve Vietnam yemeği yapan restoran, metro istasyonu, market, ve onlarca cafe.
Mimariyle ilgilenenler için şahane bir yer Prag, bense bu
konuda son derece cahilim. Mala Strana semtine doğu yürürken, yol üstünde
modern mimarinin ünlü örneklerinden biri olan Dans Eden Ev (1996) çıktı
karşımıza, mimarı ise Frank Gehry. Galiba biraz hazırlıksız gittik biz, mesela bu binaya sadece baktık, birkaç fotoğraftan sonra yolumuza devam ettik. Keşke daha detaylı bilgi alabileceğimiz bir rehber ya da kitap olsaydı yanımızda. Her neyse, sonra nehir boyunca yürümeye devam ettik, eski binalar tüm
ihtişamları ve renkleri beraber sağ tarafımızda kaldılar. Yarım saatlik yol
boyunca iki kere sağanak yağmura yakalandık, günün devamında ise yakıcı güneşte
kuruduk. Hep böyle midir bilmem ama biz oradayken hava çok değişkendi, bu konuda dikkatli olmak lazım gitmeden önce. Nehir nasıl derseniz,
epey geniş, içinde küçük adacıklar bile var. Minik kayık kiralayıp gezme imkanı
da var ama biz ona yeltenmedik havadan ötürü. Yürümeye devam ettik, bol bol
fotoğraf çekerek. Turistlerin akın ettiği Charles Köprüsü’ne gelmeden önce
işlemeli minik kuleyi gördük. Maalesef ışıktan dolayı üzerindekiler pek belli
olmuyor ancak el işçiliğinin şahane olduğunu söyleyebilirim. Ve biraz daha yürüdükten sonra işte ünlü köprü. Keşke hava bu kadar puslu olmasaydı, çektiğim fotoğraflar bu kadar silik çıkmasaydı. Maalesef bunlarla idare edeceğiz.
Dediğim gibi, inanılmaz kalabalıktı köprü. Kafa karışıklığı içinde
birkaç kuleye çıktık, bir şeyler atıştırdık ve köprü üstünde yürümeye başladık.
Çok çok güzeldi manzara, bu noktada kelimeler pek yardımcı olmuyor sanırım.
Umarım bir şekilde görme şansınız olur. Ben köprü üstünden kendime kolye-küpe seti aldım. Minik çakıl taşlarının üstüne minicik kuşlar çizen bir sanatçıdan. Eğer siz de benim gibi takı sevenlerdenseniz, bakmadan geçmeyin, geçemezsiniz de zaten çünkü sayıca çoklar. Köprünün sonu da hediyelik eşya
dükkanlarıyla dolu, rengarenk binaların olduğu dar sokaklara çıkıyordu. Yollar
da hep taş döşeme, bu tabi yürüme işini epey yorucu hale getiriyor. Bir şeyler
atıştırdıktan sonra Çek geleneksel hamur işini tattık, ben bayıldım! Adı Trdelnik.
Yapılışı da çok ilginç, sıcak demir boruların üzerine ince hamur şeritler
sarılıyor, hemen pişiyor, çekip çıkarıldıklarında içleri boş, hamurdan küt
borularınız oluyor. Şeker ve bademe bulandıktan sonra da yiyorsunuz. Her ne
kadar sıcak hamur bir süre sonra mideye otursa da ben çok sevdim. Sadece bu semtte değil, açık şehrin birçok noktasına kurulan açık hava pazarlarında bulabilirsiniz.
Yürüye yürüye ve bir kaç kez yağmura yakalandıktan sonra
Petrin Tepesi’ne değil ancak o hizada bir yere çıktık, Prag Kalesi'ne. O kadar heybetli ve ağızları açık bıraktıran bir yer ki burası, planladığımızdan da uzun süre kaldık, bu yüzden sonraki günlerin programında değişiklik yapmak zorunda kaldık. Dünyanın en büyük antik kalesi olan bu yere sabah erken saatlerde gitmenizi öneririm, hem daha rahat gezersiniz hem de bol bol fotoğraf çekersiniz.
Prag Kalesi yakınlarındaki oyuncak müzesine gitmeyi daha Prag'a varmadan aklıma koymuştum ancak bu iki katlı mükemmel müzenin yazısını ayrıca hazırlamayı düşünüyorum, bol bol fotoğraf ekleyerek.
Anlatınca nasıl geliyor bilmiyorum ancak tüm bu yerleri
hiçbir araç kullanmadan gezdik, tüm gün boyunca yürüdük yani. Bu nedenle Prag’a
gitmeyi planlayanlar bol bol yürüyeceklerini akıllarında bulundurup buna göre
hazırlanmalılar. Üçüncü günün yazısını da en kısa sürede hazırlarım diye umuyorum.
Rüya gibi.. Gelecek yaz ben de gideceğim umarım, kıskançlıkla okuyorum postları :) Trdelnik dediğin sanırım buradaki Makara. Bademle denemedim ama bu şekilde yapıyorduk biz de çalıştığım şubede. Ceviz fındık fıstık şekerleme ve isteğe bağlı olarak içine çikolata. Muhteşem bir şey oluyor :)
YanıtlaSilBen de kışın gitmiştim; noel zamanıydı ve şehir inanılmaz güzeldi. habire sıcak şarap içip çikolatalı krepler yiyorduk:) oyuncak müzesinde aklımız çıkmıştı, özellikle de BARBIE koleksiyonuna deli olmuştuk:)) Müzenin girişindeki Darth Vader'ı da unutamam.
YanıtlaSil