7 Ağustos 2013 Çarşamba

Prag, 1. gün



Aklımda, Prag’da olduğum sürece seyahati gün gün yazmak vardı ancak pek mümkün olamadı. O kadar yoruldum ki dolaşmaktan, otele geldiğim an uyuyakaldım. Gecikmeli de olsa Prag günlerini, gün gün yazıyor olacağım. Umarım siz de benim kadar keyif alırsınız, ekran başından olsa bile.

İstanbul’dan Prag uçakla 2 saat sürüyor. Kalkış, yemek, iniş derken zaman bana kalırsa son derece çabuk geçti, ki ben uçak yolculuklarında çok sıkılan biriyimdir. Sağ  ve sol yanımda oturanlar (sağdaki erkek arkadaşım) uçakta epey gerilen insanlar olduklarından onlarla muhabbet etmek pek mümkün olmadı. Ben de zaten kısa olan uçuşu biraz kitap okuyarak, biraz da Prag gezi rehberine bakarak geçirdim, servis edilen kahvaltıyı yedim ve hop Prag havalimanına indik! Hem de hiç sallanmadan, hava boşluğuna düşmeden.

Pek de büyük olmayan bu havalimanında çok vakit harcamadık, sadece sırt çantalarımız vardı zaten, bavul da beklemedik. Şehre giden otobüs için bilet aldık, 5-10 dakika içinde de klimasız otobüse bindik, en azından oturacak yer bulduk. Şehir merkezine kadar böyle gittik, 15-20 dakika sürdü. İlk olarak hava çok şaşırttı beni. Açıkçası bu kadar sıcak olacağını beklemiyordum, hatta keşke yanıma uzun kollu bir şeyler alsaydım diye düşünüyordum, iyi ki almamışım. Nem oranı çok çok fazla yüksekti ve 2 gün aşırı sıcak, 2 gün sağnak yağmurlu hava gezi planımızı kısmen de olsa etkiledi. Her neyse, şehir merkezine geldikten sonra otelimize doğru yürümeye başladık. Yarım saat kadar da o sürdü, öğlene doğru artık iyice yorulmuştuk. Otele varınca eşyalarımızı bıraktık, soğuk bir şeyler içtik ve kendimizi tekrar dışarı attık. Turistlerde görülen o her türlü yorgunluğa rağmen baki kalan gezme, görme isteği bize tekrardan enerji vermişti, iyi ki de vermişti çünkü Prag'da görülecek çok fazla şey vardı.
 
İlk iş elimizdeki paraları Çek parasına çevirdik. Exchange ofislerinin her birinin kendi değişim oranları ve komisyonları olduğundan dikkat etmek lazım, şehir merkezinden biraz uzaklaşıp hallederseniz bu işi daha karlı çıkabiliyorsunuz benim anladığım. Meydana gelmeden önce yolumuzun üzerinde Powder Tower vardı (ilk fotoğraf), eskiden barutların saklandığı kule. Sivri çıkıntıları, koyu rengi ile gotik mimarinin net bir örneği. Mimari bilgisi son derece zayıf olan ben bile bunu farkedebildim. Stare Mesto, eski meydanın olduğu semte verilen ad.  Turist kalabalığından adım atmanın zor olduğu bu yerde hediyelik eşya dükkanları, cafeler, restoranlar ve bir de çok lezzetli şeyler satan bir Belçika çikolatacısı var. Adını hatırlamasam da zaten tek bir çikolatacı olduğundan meydanda bulmak pek zor olmaz. Bir de benim pek sevdiğim Hard Rock Cafe var, Amerikan mutfağı sevenlerin bayılacağı bir yer burası. Fiyatlar nasıl derseniz bu meydanda, maalesef pek ucuz değil. Yemekler orta karar, alkollü içecekler epey ucuz, çikolatalar pahalı, Hard Rock Cafe ise epey pahalı bulunduğu her şehirde olduğu gibi, hediyelik eşya dükkanları ise konumlarına bağlı olarak fiyatlarında değişiklik gösteriyor. Biz kısıtlı öğrenci bütçelerimizden dolayı çoğunlukla fast food yemek zorunda kaldık. Ancak marketler pek pahalı değil, lezzetli sandviçler bulmak mümkün.


 
İlk günün geri kalanını tarihi meydanda dolaşmakla geçirdik, şans eseri hediyelik eşyaların merkezdeki dükkanlara göre daha uygun fiyatlara bulabileceğimiz bir pazarı keşfettik. Size bir diğer tavsiyem, ilk günden hediyelik eşya alışverişinde kendiniz kaybetmemeniz. Gezdikçe hem daha güzel şeyler gözünüze çarpıyor, hem de fiyat açısından en uygununu seçebiliyorsunuz. Biz bu nedenle alışverişi en son güne bıraktık. Bahsettiğim pazarın adı ise Havelske Trziste. Hemen karşısında çok güzel el yapımı kukla ve tahta oyuncakların satıldığı bir dükkan var, Suvenyr Praha adı, yukarıda fotoğrafını görebilirsiniz. Oraya uğramanızı mutlaka öneririm. Tarihi meydanda neler var derseniz, St.Niklaus Kilisesi (hemen üstteki fotoğraf, bu kareden hemen sonra sağnak yapğur başladı), Tyn Kilisesi, Kinsky Sarayı . Bir de aşağıda gördüğünüz tarihi astronomik saat. Yüz yıllardan beri durmadan çalışan bu saatin başı saat başlarında inanılmaz kalabalık oluyor. Sebebi ise her saat başı ortaya çıkan kuklalar ve sergiledikleri mini gösteri. Yorulduğumuzda meydan yakınlarındaki Cafe Coffee Time’a oturduk, çok lezzetli meyve suları ve devasa Türk kahveleri var, her ne kadar bildiğimiz kahveye benzemese de ben çok sevdim, yine de içinde meyve parçaları bulunan meyve sularını ve çilekli pastasını öneririm.

Tahminen bir rehberle gezip gezmediğime dair sorular gelecek yorumlarda. Rehberle gezmedik, ancak yanımızda daha önce Prag’a gelmiş bir arkadaşımız vardı, o epey yardımcı oldu. Bir de Dost Yayınevi’nin yarı harita, yarı rehberi vardı yanımızda. Yol bulma konusunda da ondan faydalandık, gezilip görülecek yerler listesini de gitmeden yapmıştık zaten. Ancak detaylı bir tarih bilgisi eşlik etseydi gezimize hiç de fena olmazdı açıkçası. Son günlerde öğrendik ki, bir şirketin ücretsiz rehberlik hizmeti varmış. Ücretsiz değil elbette de, rehberler yirmili yaşlarda gençler, 2-3 saatlik tur öncesinde para almıyorlar, tur sonunda bahşiş topluyorlar. Denemedik, bu yüzden nasıl olduğuna dair yorum yapamayacağım.
İlk günden aklımda kalanlar bunlar, otele dönerken her yerde karşımıza çıkan süper market zinciri Billa'ya uğradık, atıştırmalık bir şeyler aldık. Otele gider gitmez de uyuyakaldım zaten, aldıklarımı bile yiyemeden. Sonraki günler elbette çok daha dolu dolu geçti. Ancak gezi boyunca girip çıktığımız dükkanlarda, kafelerde ve en önemlisi otel odalarımızda klima olmaması çok fena oldu. Yine de ilk günün sonunda bizi son derece keyifli 4 günün beklediğini farkettik.

İkinci günde neler yaptık, nerelere gittik, hepsi yarın blogda!

2 yorum:

  1. Merhabalar... Sanattan ve gezi yazılarından hoşlanıyorsanız Kafa'ya, yorumlarınızla beklerim. :)

    YanıtlaSil
  2. O Belçikalı çikolatacı Leonidas olmasın?!? :)

    YanıtlaSil