1. Burası çok güzel bir yer. Gerçekten. Hepimiz hayatında güzel yerler görmüşüzdür, ben de gördüm. Ama sanki Londra biraz daha farklı. Kalabalık ama boğucu değil, kasvetli ama sıkıcı değil, eski ama sıradan hiç değil. Mesela yakın zamanda bir konferans için Prag'a gittim. Gitmeden önce herkesten ne kadar güzel olduğunu dinledim. Güzel miydi, evet güzeldi ama sanki kısa süreli bir hevesti (: Londra ise hiç öyle değil. Bilmiyorum, belki de kısa süreli gelmediğimden böyle düşünüyorum. Beynim ben panik yapmayayım diye alttan alttan bana burada yaşamanın ne kadar mükemmel bir şey olduğunun sinyallerini veriyor. Öyle ya da böyle, geçen hafta blogda bu şehre dair yazacaklarım konusunda endişelerim vardi. Sevmezsem, başıma tatsız şeyler gelirse ne olacak diyordum, öyle olmadı, iyi ki de öyle olmadı.
2. Bu şehir epey pahalı. Maalesef öyle. Bilinmeyen bir şey de değil, yani bana sürpriz olmadı. Neler pahalı peki? Şu güne kadar ulaşımı çok kullanmadım, sadece iki kere metroya bindim, fiyatlar Avrupa ortalamasının biraz üstü sanırım (pek emin değilim, daha bilgiliyseniz bu konuda beni düzeltin). Tiyatro, sinema gibi aktivitelerin oldukça pahalı olduğunu duydum. Yani o görmeyi istediğim Shakespeare oyunları şu an için rafa kalktı, en azından ilk ay için. Kıyafet konusu ise belirli markaların mağazalarında fiyatlar pek oynamıyor, belki biraz daha pahalı diğer Avrupa ülkelerine göre. Ancak "Primark" diye bir alışveriş cenneti keşfettim, keşke keşfetmeseydim, hem ucuz hem de şahane güzel şeyler var. Kendime "Primark limiti" koymam gerekecek sanırım. Market fiyatları ise gerçekten pahalı. Tabii kişilerin şehir izlenimleri oldukça göreceli. Herkesin alışkanlıkları var ve yeni gittiği yeri de o alışkanlıklar üzerinden gözlemliyor. Ancak eminim ki, kim olursanız olun Londra'daki market fiyatları sizi biraz korkutacaktır. Bir de Türkiye'de pek alışık olmadığımı bir şey, çeşit çeşit mikrodalga fırın yemeği var. Ne çok sağlıklı, ne de çok lezzetliler ancak şu an için onlarla idare ediyorum. Aslında yemek konusunda alternatif çok. Restoran ve yemek zincirlerinin yanısıra, sokak yemeği pek yaygın. Mesela benim kaldığım yere yakın Borough Market var, öğle saatlerinde nefis yemek kokuları geliyor. Bir pazar düşünün, tezgahlarda sebze meyve değil de koca koca kazanlar var. Her ülkeden insan satış yaptığından, küçük bir dünya lezzetleri turuna çıkabilirsiniz 1-2 saat içinde. Pek yakın zamanda denemeyi düşünüyorum. Elbette bol bol fotoğraf çekip bloga da koyacağım.
3. Londra çok yürünülesi bir şehir. Zaten bu nedenle metro ve otobüse dair pek bir fikrim yok henüz. Kaldığım yerden okula en fazla 40 dakikada yürüyebiliyorum. Sürenin kısalığından çok yürüdüğüm rotanın şahanesi olması sevindiriyor beni. Çeşit çeşit sokak yemeği bulabileceğiniz Borough Market, sonrasında Shakespeare tiyatrosu, Tate Modern Sanat Galerisi... Tüm bu yerlerin önünden geçiyorum, üstüne üstlük bir de sağ tarafımdan Thames nehri akıp gidiyor. Sabahları çok sisli oluyor, Orta Çağ'dan kalma han yollarından yürürken hangi yılda olduğumuzu unutasım geliyor. İşte böyle böyle yürüyorum yolları.
4. Yemek konusundan ise ayrı bir yazıda bahsetmek istiyorum ama şimdilik, aç kalmadığımı söyleyebilirim. Sadece kahvaltı kısmında sorun yaşıyorum onun sebebi de peynir ve ekmekten başka bir şey yiyememem. Meyveyle geçiştirmeye çalışsam da uzun süre böyle idare edemem. Duyduğumua göre Türkiye'den gelen ürünlerin satıldığı marketler varmış. Oradan bir şeyler almak şart oldu gibi. Mesela şu aşağıda gördüğünüz ananas dilimlerinden oluşan kahvaltım. Ben epey severek yiyorum ama mide sorunlarım olsa tahminen sabah sabah bu kadar asitli bir meyveyi yemek bir eziyet olabilirdi. O garip şeyse, "passion fruit" sanırım Türkçe'ye "tutku meyvesi" olarak çevriliyor. Keçi bilmediği otu yemez misali, onu hep geriye bırakıyorum. Zehirliymişçesine kaçıyorum, ona değmiş ananasları da yemiyorum. Halbuki pek hoş kokuyor.
5. Daha önce turist olarak dolaştığım zamanlar oldu. Ama yeni bir şehre, bundan sonra en az bir yıl orada yaşayacağınızı, belki de çok sevip hayatınızın sonuna kadar orada kalacağınızı bilerek gelmek epey garip bir his. Mesela bende şöyle oldu. Nedense kesinlikle turist gibi görünmek istemiyorum. O kadar güzel yerden geçip gidiyorum ama yanımda fotoğraf makinesi taşımadığım için bloga fotoğraf koyamıyorum pek. Çünkü boyunda asılı bir fotoğraf makinesiyle dolaşmak "çok turist" ve ben sanki insanlara yıllardır burada yaşadığımı ispatlanaya çalışır gibiyim. Daha da komiği, çantamda 4-5 haritayla gezmeme rağmen kalabalık yerlerde açıp bakmıyorum. Sanki avcumun içi gibi yürüyorum, sonuçta her gün en az 7 kez kayboluyorum. Komik geliyor size biliyorum ama garip bir "İngilizlilik" hali içerisindeyim. Umarım yakın zamanda geçer.
6. Londra'da okuyacağım ilk kitap benim için önemli olacaktı elbette. Yıllar sonra bile kitaplığımda gördüğümde "Aaa bu o kitap" diyecektim. Belki de bunu tahmin eden erkek arkadaşım bana pek sevdiğim Barış Bıçakçı'nın Aramızdaki En Kısa Mesafe'sini almış. Nasıl güzel, nasıl güzel... Yakın zamanda onun yazısını da hazırlayacağım.
7. Hava nasıl derseniz, soğuk. Ben hiç üşeyen bir insan değilimdir, neden böyle oldu bilmiyorum. O kadar üşüdüm ki, dün gidip kendime polar pijamalardan aldım. Ama hani küçük çocuklara giydirilen tulum pijamalar olur ya, ondan. İşin garibi, Londra'nın güzel zamanlarını yakaladığımı söylüyor herkes. Yağmur yağmaması bile yetiyor sanırım bu insanlara, güneş ve sıcak hava gibi yüksek beklentileri yok. Kötü bir soğuk da değil öte yandan, dinç tutuyor.
8. Hava kirliği gerçekten korkutucu boyutlarda. Nereden anladım? Sabah ve akşamları cildimi tonikle temizliyorum. Sabahları pek bir renk değişimi olmuyor pamukta, ancak akşamları görmelisiniz! İlk gün bu temizlik işlemini tamamlayıp pamuğa baktığımda küçük bir şok geçirdim, pamuk simsiyah oluyor. Ama kesinlikle cildin ürettiği bir şey değil, zaten hiçbir cilt bir gün içinde o kadar kirlenemez kendi kendine. Hava kirliğine diğer kanıtım ise tırnaklar. Eğer tırnaklarınız uzunsa ve ojesizse sanki toprakla uğraşmışsınız gibi tırnak içleriniz simsiyah oluyor. Neyse, sekizinci madde epey mide bulandırıcı oldu, kusura bakmayın.
10. Ve son olarak diyebilirim ki, şu an için her şey yolunda. Ancak bir an önce şu "turist olduğunu kabul etmeyen turist" modundan çıkıp ders tarafına geçiş yapmalıyım. Sokaklarda boş boş dolanmak güzel, ah bir de yaklaşan okul günleri olmasa (: Eğer özellikle merak ettiğiniz konular varsa Londra hayatına dair, yorum bırabilirsiniz, ben de bir sonraki yazılarda ondan da bahsetmeye çalışırım.
Şimdilik bu kadar.
Sevgili Okuyan Kedi ne güzel yazmışsın sürekli yaz biz de okuyalım. Ben biraz da okul ortamını merak ediyorum hoca-öğrenci ilişkileri vs nasıl buradakinden farkları neler? Bir de pahalı olduğundan bahsetmişsin başka yerlerden de araştırıyorum ama halihazırda oradayken aylık bütçe neye ne kadar gider şeklinde ayrıca bir yazı hazırlarsan benim gibi yurtdışında yüksek lisans veya doktora isteyenler epey faydalanabilir. Ayrıca yürüdüğün yerlerin fotoğraflarını çekmelisin! :)
YanıtlaSilÇok teşekkürler, beğendiğinize sevindim. Okul işleriyle ilgili bir şeyler yazmak için sanırım daha erken. Zaman içinde pek merak edilen bu konu hakkında bir şeyler yazmayı düşünüyorum. Yürüdüğüm yerlerin fotoğrafını da çekeceğim, aklımda (:
SilNe kadar güzel,orda olmak istedim yazıyı okuyunca :)
YanıtlaSilİnşallah kısmet olur, gelirsiniz (:
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBen de ilk gittiğimde herkes birsürü şey söylemişti. İngiltere şöyle boğucu havası böyle sıkıcı. Ben çok sevmiştim, dönüş çok zor oldu. Boots' lara gitmeyi unutma eğer kozmetiğe ilgin varsa. Fiyatlar buranın yarısı neredeyse, belki de daha ucuz.
YanıtlaSilBoots'a girdim evet, çok dikkat etmedim ama evet galiba fiyatlar Türkiye'ye göre biraz da olsa düşük. Ben de epey sevdim, dönerken zorlanacağım gibi (:
SilBen de ilk gittiğimde herkes birsürü şey söylemişti. İngiltere şöyle boğucu havası böyle sıkıcı. Ben çok sevmiştim, dönüş çok zor oldu. Boots' lara gitmeyi unutma eğer kozmetiğe ilgin varsa. Fiyatlar buranın yarısı neredeyse, belki de daha ucuz.
YanıtlaSil