Arka kapak yazısı: “Aklın kıyısında gezinen, kadınlıklarını
bir lanet gibir sırtlarında taşıyan, hepsi ‘kaybetmeye’ yazgılı, içe işleyen
yalnızlıklarıyla kalp burkan hayatlar, varoluş kabusları...
Kalemini zehre, kana, cinnete, ölüme ve hayata aynı lezzetle
batıran Mine Söğüt’ten unutulmayacak yirmi bir delilik hikayesi...”
Mine Söğüt’ü ben ilk olarak Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979
ile tanımıştım. Nedense şu an kitabı çok da hatırlayamıyorum, ama sevmiştim
sanki. Her neyse. Geçenlerde okula giderken yolda okumak için ince bir kitap
arıyordum kitaplığımda. Kalınlığına göre kitap seçmek de epey ilginç değil mi?
Açıklayabilirim. Yeni bir çanta aldım, biraz ağır. Yani siz içini doldurmasanız
da o hep ağır. Aynı zamanda çok da güzel. Benim de okumak için özellikle bir
kitap yoktu aklımda, kısa olsun, bir günlük Kadıköy-Tuzla yolculuğu kadar
sürsün istiyordum. Bu kitap geldi elime. Bu kadar açıklama yeterli bence.
Mine Söğüt, 1968 İstanbul doğumlu. Muhabirlik ve gazetecilik
yapmış bir süre, ödüller kazanmış. Romanlar, hikayeler yazmış. Bir söyleşi, bir
derleme, bir biyografi, iki de monografisi var. Deli Kadın Hikayeleri’ni de
delirerek ölenlere ithaf etmiş. Etkileyici bir ithaf bana kalırsa.
Deli Kadın Hikayeleri Yapı Kredi Yayınları tarafından
2011’de yayınlanmış, yirmi bir delilik hikayesinden oluşuyor. Bahadır Baruter’i
belki bilirsiniz, o aynı zamanda Söğüt’ün eşi. Ben bugüne kadar onu hep
karikatürleri ile tanımıştım. Ancak kitap boyunca onun çizimleri de okuyucuya
eşlik ediyor. Bence çok iyiler. Öykülerin etkisi X birim kadarsa, bu çizimlerle
birlikte 5X’e çıkıyor. Bu arada daha önce de Yapı Kredi’den kitap aldım,
genelde de baskılarını, kağıtlarını beğenirim ancak sanki bu sefer ki biraz
daha iyiydi. Çok sevdim.
Açıkçası ben uzun süredir bir kitaptan, metinden, hikayeden
bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum. Hikayeleri okurken gerildim, korktum,
üzüldüm, şaşırdım, güldüm... Gotik bir havası var her birinin. "Maharetli Pembe
El" hikayesi ise bana çokça Tim Burton’ı hatırlattı. Karakterlerin hepsi hem
kadın hem de deli. Deli olmayanların ise normallikleri şüpheli. Neden delirmiş
peki bu kadınlar? Delirmeleri ile sonlanan sürecin temelinde kadın oluşları
yatıyor mu? Galiba evet. Aklımda kalan birkaç delirme sebebini sayayım size:
ensest, şiddet, acıklı aşk hikayeleri...
Bir yerlerde, Söğüt'ün röportajlarından birinde yazarın "Yüzleşme sert olmalı" dediğini hatırlıyorum. Evet, bence de öyle olmalı ancak arka arkaya bu kadar sert hikayeler açıkçası okuyucuyu gereğinden biraz fazla yoruyor. Demeye çalıştığım, ince kitap olduğuna aldanıp kısa sürede bitirmeye kalkmayın. Bence yavaş yavaş, sindire sindire okuyun. Yoksa benim gibi fazla yorulursunuz, bir noktadan sonra bütün anlatılar biribirine benzemeye, kitabın tüm deli kadınları birbirini çağrıştırmaya başlar.
Ben öykü okumayı seviyorum sanırım, her ne kadar J.D.
Salinger’ın Dokuz Öykü’sü aylardır masamda okunmayı beklese de. Kolay akışını,
her öyküde farklı bir şeye şaşırmayı, böylelikle ilgimi kaybetmemyi seviyorum.
Ancak bence Deli Kadın Hikayeleri’nden böylesine bir kolay okuma beklemeyin.
Bu kitabı önerir miyim? Evet öneririm, her ne kadar içinde
bolca gore öğe bulundursa da. Belki rahatsız olup okumayabilirsiniz. Eğer
Söğüt’ün yazdıkları ilginizi çeker de okumaya devam ederseniz, bambaşka bir
okuma deneyimi sizi bekliyor.
Ben bu kitabı geçenlerde kitap alışverişi yaparken almak istemiştim ama stoklarda yoktu:(
YanıtlaSilAma okunacaklar listemde, daha bir meraklandım şimdi:))