İzmir hala çok sıcak. Akşamları
korkunç geçiyor. Sıcak bana çok uyku yapıyor. Dün mesela, öğlen uykum beş saat
sürdü. Tabii ardından da korkunç bir baş ağrısı. Uzun yıllardır yurtta
kalmaktan, televizyon izleme alışkanlığım epey körelmiş. Zaten yaz döneminde de
saçma şeyler var anladığım kadarıyla. Tatil de İzmir’de geçince, akşamları
bana açık pencerelerin önüne çekilmiş koltukların, yatakların üzerinde kitap
okumak kalıyor. En son okuduklarımdan biri de Can Yayınları’nın Can Cep
serisine ait bu kitaptı.
Aldous Huxley’i ben de çoğunuz gibi
Cesur Yeni Dünya ile tanıyorum. Okuduğum ilk ve tek kitabı o olduğundan
ardından gelen, sanki Bronte kardeşlerin kaleminden çıkma Mona Lisa Tebessümü
adlı uzun öyküsü beni epey şaşırttı doğrusu.
Huxley, kitabın da ilk sayfasında
belirtildiği üzere, epey ünlü bir İngiliz aileden gelmekte. Bu aileden başka
başka da ünlü kişiler çıkmış, Aldous Huxley onlardan sadece biri. Mona Lisa
Tebessümü ise 1920’lerin başlarında yazılmış. Yanlış hatırlamıyorsam Julia
Roberts’ın başrolünde olduğu aynı isimli bir de film vardı. Ancak Huxley’nin
öyküsü ile filmin bir ilgisi yok.
Bu uzun öykünün konusuna gelecek
olursa, bir aşk üçgeninden bahsedebiliriz. Bana kalırsa bir aşk dörtgeni.
Merkezde yakışıklı ve kadınların her daim hayran oldukları Mr. Hutton var. Ve
elbette onun hasta eşi Mrs. Hutton. Gizemli bir Mona Lisa tebessümüne sahip
olan Miss Spence ve aşağı sınıflardan gelme, Mr. Hutton’ın son gözdesi genç
Doris. Üç kadın (ki bu sayı daha sonra ikiye
düşüyor) arasında kalan Mr. Hutton yer yer pişman olsa da akıllandığı
pek söylenemez. İngiltere ve İtalya arasında gidip gelmeler sırasında insan ilişkilerine, anlık zevklere ve ihanete dair epey şey okuyorsunuz. Gerçeğe yakın, başınıza gelmesini istemeyeceğiniz türden şeyler.
Bir süredir rastgele elime aldığım her
kitabın bir köşesinden aldatılma hikayeleri çıkıyor. Ki ben aldatılmaktan epey
korkuyorum. Korku denmese de epey tatsız bir şey olduğu kesin. Paranoyak değilim belki bu konuda ama oralarda bir yerlerde bir koku öğresi olarak var aldatılmak hayatımda. Her neyse, bence
ilginç bir kısa öykü. Okuması keyifli ancak kitap arkası yazısında dendiği
üzere bir modern klasik olduğu görüşünde değilim. Entrika, cinayet ve
gelgitlerle dolu hikayelerden hoşlananlar için birebir. Yetmiş üç sayfada bitiveriyor,
sayfalar da zaten bildiğimiz kitap sayfasının yarısı kadar. Bir kahve içiminde
bitecek bir öykü kısacası. Farklı bir Huxley deneyimi için okumanızı öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder